19 Eylül 2018 Çarşamba

Tolstoy - Din Nedir?

din üzerine görüşler

Bir din, insan ile Tanrı arasında bir bağ kurmuş olmasına rağmen, eylemini kişilerin edindiği bilgi düzeyini karşılamayacak, onlara inanılmaz gelecek biçimde yapıyorsa, o bir din değil, din müsveddesidir. (sf. 13)

İnançların hepsinde, insanların eski dinleri yozlaştıran tüm sapkınlıkların esası sayılabilecek şu inanç vardır:
İlki; insan ve Tanrı ya da ilahlar arasında aracılık etmek için seçilmiş kişiler; ikincisi; aracısının söylediklerinin doğruluğunu kanıtlayan tansıklar gösterilmiştir; Tanrıda ilahların yanılmaz istemini açıklayan aktarılmış ya da yazılı sözler vardır ve bunlar kutsaldır.
Sözünü ettiğimiz, hipnozda gibi etkilenmiş kabul edildiğinden, bu aracıların her sözleri kutsal gerçeklermiş gibi benimsenir, dinsel sapkınlığın asıl ereğine ulaşılır.
Asıl erek insanların eşitlik yasalarını gizlemek değil, insanların sınıflı yapılara bölündüğü eşitsizliklere de ortam hazırlayıp, kollamaktır da. (sf. 20)

İlk günah için herkesi cezalandıran ya da bizi kurtarsın diye oğlunu yeryüzüne gönderen ve bu arada onun katillerini önceden bilip de lanetleyen öfkeli, kin tutucu bir Tanrı’yı bildiren ürkütücü öğretilerden daha ahlaksızca bir şey olamaz. (sf. 23)

Bir kimse kendi ağzıyla, <<dünyanın altı bin yıl önce yaratıldığına inanıyorum>> diyebilir, ama buna inanan çıkmaz. Çünkü bu sözler anlamsız. (sf. 24)

Bozulmamış inançlılar olan yoksul, cahil çoğunluk hipnoz etkisindeki köleler haline geldiğinden, kendilerine inanç kisvesi altında aşılanan şeye iman ettiklerini düşünüyorlar ve bu da, insanın yeryüzünde ne olduğu sorusuna yanıt vermek bir yana, zorlaştırıyor. (sf. 28)

Zırhlı gemilerin, tren yollarının, basımevlerinin, tünellerin, fonografların ve daha birçok keşfin güzel keşifler olduğu doğru, ne var ki, Ruskin’in de değindiği üzere, <<başka bir şeyle karşılaştırılamayacak kadar güzel olan şeyler var ki, bunlar zırhlı gemilerin, yolların, tünellerin, kısaca hayatı güzelleştirmekten daha çok karmaşıklaştıran şeylerin sağlanması pahasına yok edilen insan hayatlarıdır>>. Buna şöyle karşı çıkılabilir: Doğru ama günümüzde, insanların gördüğü zararı karşılayacak makineler de icat ediliyor.
Çok yanlış bir düşünce! (sf. 30)

Yetkililer, yaralananlara ya da ailelerine ödenen tazminatların, insanların ezilip ölmesini engellemek için yapılacak iyileştirmelerin maliyetinden daha az olduğunu hesapladıkları için, <<tutumlu>> davranarak bu hattı iyileştirmiyorlar.
İnandığım şudur ki, insanların hayatlarını kârları uğruna mahvedenler toplum tarafından kınanabilir ya da iyileştirmeler yapmaları dayatılabilir, fakat insanlar dinlerine sadık kalmayıp, edimlerini Tanrı’nın değil, insanların huzurunda gerçekleştirdiğine inandığı sürece, insanların hayatını korumak için değişiklikler yapabilirler. (sf. 30)

Toplumbilim ve ekonomi politik seçkin bir soru soruyor: Bazıları neden hiç çalışmıyor da, diğerleri onlar için çalışıyor? (sf. 37)

Medeni hukuk, ceza hukuku, anayasa hukuku, dinsel hukuk, iktisadi hukuk branşlarında ciltler dolusu kitap yazıp, bunun yalnızca yararlı değil, çok önemli de olduğuna karar vermiş tavırlarla tanıştıktan sonra, <<herkes eşitse, bazıları neden başkalarını yargılayabiliyor?>> sorusunu bile yanıtlayamıyorlar. Onların yargılarına göre, bu şiddetin uygulayıcısı bireyler değil, devlet adı verilen soyut bir varlık. (sf. 38)

Bütün güçlerini Tanrı’dan aldıklarını kabul etmemizi ve bu güce kayıtsız şartsız boyun eğmemizi buyuruyorlar. Ezilenlere bu hallerinin Tanrı’nın takdiri olduğunu, bu nedenle kibirsizlik ve uysallıkla katlanıp zalimlere itaat etmelerini öğreniyorlar.
İmparator, kral, papa; dünyevi ve ruhsal her türlü otorite makamlarına kurulmuş bu zalimlerin kibirsiz olmalarının gerekmemesi bir yana, kendileri zevki sefa içinde yaşarlarken, başkalarına bu hayatın koşulu olarak <<boyun eğme>>yi öğretip, gerektiğinde cezalandırıyorlar. (sf. 43)

Türk padişahları neleri esirgeyip, neleri önemsiyor? Bir şehre giren Rus çarlarının yaptıkları ilk şey neden tasvir ve ikonları öpmek oluyor? Oluşturdukları gelişmiş kültüre rağmen, Alman imparatoru bütün konuşmalarında neden Tanrı’dan, Mesih’ten, dinin kutsallığından, yeminlerden söz ediyor? Hepsi de egemenliklerin orduya dayandığını, orduların da dine dayandığını biliyor da ondan. (sf. 44)

Dinbilimciler, bu çelişkileri her ne kadar uzlaştırmak için uğraşıyorsa da, sorunu daha da karmaşıklaştırmaktan başka bir şey yapamıyorlar. Bunun sonucunda, insan, dincilerin güçlü desteğiyle de, giderek aklına güvenemeyeceğini, dünyada her şeyin olanaklı olduğunu benimsemeye alışıyor; iyi ile kötüyü, gerçek ile yalanı karşılaştırmak için başvurabileceği her şeyini yitiriyor.
Aklı ona rehberlik edecek bir gereç olmaktan çıkıyor, yerini ona diğerlerinin söyledikleri alıyor. Bunun sonrasında ise, böyle bir eğitimin semeresi olarak insanın ruhsal dünyasının nasıl korkunç bir yıkıma uğratıldığına tanık oluyoruz.
Aynı işgal, din adamlarının da yardımlarıyla, kişiler üzerinde aralıksız uygulanan inandırma yöntemleriyle yetişkinlik döneminde de sürüyor.
Kişiliği güçlü bir kimse, uzun uğraşılardan sonra, çocukluğundan başlayarak eğitim gördüğü ve kendisini yetişkinliğinde de etkisinden kurtaramadığı bu hipnozdan kurtarırsa, kendi aklına güvenmemesine neden olan bu ruhsal bozulmanın ardından, güçlü bir zehrin zehirlediği bir organizmada nasıl bir iz kalıyorsa, öyle bir iz kalıyor. (sf. 47)

Ana babaların, yöneticilerin ve öğretmenlerin çocuklara Teslis, Bakire Meryem, İndralar, Trimurti, Budalar, Hz. Muhammed’in göğe yükselmesine dair çağdışı ve akla sığmaz öğretiler yerine, sade gerçekleri, bütün dinlerin herkesçe paylaşılan taraflarını, insandaki Tanrısal ruhun metafizik özünü ve <<kendisine nasıl davranılmasını istiyorsa, başkalarına da öyle davranması gerektiği>> biçimindeki kılgısal yasayı öğretmeleri seçilmelidir. (sf. 52)

Emekçi sınıfları ahmaklıklarında bırakmaya ve durumlarının kötüye kullanılmasına sessiz kalmaya zorlamak için, orduyu, din adamlarını, askerleri, politikacıları, bir yıldırma aracı olarak idam sehpalarını, silah, mermi ve hapishaneleri kullanma cinliği, değindiğimiz bu azınlığın aldığı bir tavırdır. (sf. 53)

Statükocular ve ahlakçılarca yasa görüntüsüyle işlenen sayısı ve şiddeti artan, din kılığı altında yalancı vaatlerle meşrulaştırılan suçlar ve şiddet eylemleri ne denli artarsa, bireyler de yaşam yasalarının sevgide ve komşularına yardım etmekte değil, birbirlerini yok etme savaşında olduğu düşüncesine o düzeyde bağlanacaklardır. (sf. 54)

İnsanın kainat ile bağını ne bilim ne de din açıklayabilir. Kaldı ki, bu bağ, felsefe ya da bilim olmadan kurulmuş olmalıdır. (sf. 68)

Evrim teorisi, ahlak yasasına terstir. Eski Yunanlılar ve Hindular bunu biliyordu. Felsefeleri ya da dinleri, onları benliklerini terk etmeye götürdü. (sf. 77)


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder