Kapitalist uygarlığın hüküm sürdüğü ulusların işçi sınıfları tuhaf bir deliliğin esiri olmuşlar. Kederli insanlığa yüzyıllardır işkence eden bireysel ve toplumsal sefaletler de bu deliliğin peşinden geliyor. Bu delilik, çalışma aşkıdır; bireyin ve evlatlarının yaşamsal güçlerini tüketmeye dek varan çalışmanın can çekişen tutkusudur. Rahipler, iktisatçılar ve ahlakçılar ise, bu zihniyet sapmasına karşı çıkmak yerine, çalışmayı pek kutsal göstermeyi görev bildiler. (sf. 9)
Kapitalist toplumda çalışma her türlü entelektüel
yozlaşmanın, organik deformasyonun nedenidir. İki elli uşak takımının hizmet
ettiği Rothschild ekürilerindeki safkan atları, Normandiya çiftliklerindeki
toprak süren, gübre taşıyan hantal hayvanla karşılaştırın bakalım. Ticaret
misyonerlerinin ve din tacirlerinin, Hıristiyanlıkla, frengiyle ve çalışma
dogmasıyla henüz çürütemedikleri soylu vahşiye bakın bir, sonra da bizim şu
makinelerin sefil hizmetkârlarına bakın. (sf. 10)
(kitaptan dip not: …bu kişilere, daha gelişmiş bir
uygarlığın aynı toplumsal düzeyinde ender olarak rastlanan seçkin bir davranış
özelliği, zekâ ve yargı keskinliği verir… Hiç hoşlanmadıkları şey, tarımsal
çalışmalardır; “çiftçilik yapmayı benimsemekten başka her şeyi yaparlar.”
Gerçekten de tarım, insanlığın kölece çalışmasının ilk tezahürüdür. Kitabı
Mukaddes’in rivayetine göre ilk cani olan Kabil bir çiftçidir. )
Antikçağ filozofları özgür insanın aşağılanması demek olan
çalışmayı küçümsemeyi öğretiyorlardı, şairler tanrıların armağanı olan
tembelliğe övgüler düzüyordu:
O Melibae, Deus nobis hoec otia fecit. (sf. 11)
(Ey Meliboeus, bir Tanrı bağışladı bize bu aylaklığı”,
Vergilius, Çoban Şiirleri.
…1848’den sonra fabrikalardaki çalışmayı on iki saatle
sınırlandıran yasayı devrimci bir fetih gibi kabul edecek kadar çalışma dini
tarafından değersizleştirilmeye kendilerini teslim etmişler demek! Çalışma hakkını devrimci bir ilke olarak
ilan edebildiler. Yuh olsun Fransız proletaryasına! (sf. 17)
Haziran 1848’de işçiler, elde silah, bu çalışmayı kendi
ailelerine zorla dayattılar; karılarını ve çocuklarını sanayinin baronlarına
teslim ettiler. Kendi aile yuvalarını kendi elleriyle yıktılar; karılarının
sütünü kendi elleriyle kuruttular; hamile ve bebek emziren bahtsız kadınlar,
bellerinin bükülmesi ve sinirlerinin tükenmesi pahasına maden ocaklarına ve
fabrikalara gitmek zorunda kaldılar; çocuklarının yaşamını ve sağlığını erkek
işçiler kendi elleriyle parçaladılar. – Utan, proletarya! (sf. 18)
Çağımızın çalışma
yüzyılı olduğu söyleniyor; aslında acının, sefaletin ve çürümenin yüzyılı.
(sf. 18)
…Fabrikada çalışmayı başlatın, neşeye, sağlığa, özgürlüğe
elveda deyin; hayatı güzel ve yaşanmaya değer kılan her şeye elveda.
İktisatçılar ise işçilere tekrarlayıp duruyorlar. Toplumsal
serveti arttırmak için çalışın! Ama bir başka iktisatçı, Destut de Tracy onlara
şu cevabı veriyor:
“Yoksul uluslar, halkın rahat ettiği uluslardır; zengin
uluslarda ise halk genelde yoksuldur.” (sf. 23)
Çalışın, çalışın, proleterler, toplumsal serveti büyütmek ve
bireysel sefaletinizi arttırmak için çalışın; çalışın ki, daha da
yoksullaşarak, çalışmak ve sefil düşmek için daha fazla gerekçeniz olsun.
Kapitalist üretimin insanın gözünün yaşına bakmayan yasası budur. (sf. 24)
Çalışma dogmasının sersemleştirdiği proleterler, sözüm ona
refah döneminde maruz kaldıkları aşırı çalışmanın bügünkü sefaletlerinin nedeni
olduğunu anlayamazlar. (sf. 24)
Sanayi krizleri, geceyi gündüzün takip etmesi gibi
kaçınılmaz bir şekilde aşırı çalışma evrelerini takip ediyorsa, zorunlu işsizliği
ve çözümsüz sefaleti de peşlerinden sürüklüyorsa, o zaman, kimsenin gözünün
yaşına bakmayan hileli iflası da peşinden sürükler. (Sf. 26-27)
Ey burjuvazinin devrimci ilkelerinin sefil başarısızlığı! Ey
tanrısı İlerleme’nin iç karartıcı armağanı!
|
Gargantua’ya özgü yüce mideler, ne hale geldiniz? Bütün
insan düşüncesini kapsayan yüce beyinler, size ne oldu? İyice küçültüldük,
iyice yozlaştık. Kudurmuş inek, patates, boya katılmış şarap ve Prusya şnapsı
zorunlu çalışmaya ustaca karıştırılarak gövdelerimizi zayıf düşürüp zihnimizi
daralttı. İnsanın midesi o zaman mı küçüldü? Makine üretkenliğini o zaman mı
artırdı? İktisatçılar bize Malthusçu teoriyi, perhiz dinini ve çalışma
dogmasını vaaz etmeye o zaman mı başladılar? Keşke dillerini kopartıp köpeklere
atsaydık. (sf. 35)
Tarihin babası Herodot şöyle der: “Yunanların çalışmayı
küçümsemeyi Mısırlılardan aldığını söyleyemem, çünkü aynı küçümsemenin Trakyalılar,
İskitler, Persler ve Lidyalılar arasında da yerleştiğini görüyorum. Tek
kelimeyle, barbarların çoğunda, mekanik sanatları öğrenenler ve hatta onların
çocukları yurttaşların en alt kesimi olarak görülür… Bütün Yunanlar, özellikle
de Ispartalılar bu prensiplerle yetiştirilmiştir. (sf. 62)
Eski filozoflar fikirlerin kökenini tartışıyorlardı, fakat
çalışmadan tiksinmek söz konusu olduğunda hemfikir oluyorlardı.
Platon toplumsal ütopyası olan ve model oluşturan Devlet’inde
şöyle der: “Doğa ne kunduracı yaratır ne de demirci; bu tür meşguliyetler
bunları yerine getiren kişileri değersizleştirir. Bunlar, durumları gereği
politik haklardan yoksun kalmış adsız sefiller, para karşılığı iş gören
değersiz kimselerdir. (sf. 63)
Cicero şöyle demektedir: “Bir dükkandan saygıya ve hürmete
layık ne çıkabilir? Ticaret namuslu bir şey üretebilir mi? Dükkan denen şey,
dürüst bir insana layık değildir […], tüccarlar yalan söylemeden kazanamadığına
göre, yalancı olmaktan daha utanç verici ne olabilir! Dolayısıyla, çabalarını
ve ustalıklarını satan herkesin mesleğine aşağı ve iğrenç bir şey gözüyle
bakmak gerekir; çünkü kim ki kendi emeğini para karşılığı satar, kendini de
satar ve köle mertebesine düşer.
Çalışma dogmasının serseme çevirdiği proleterler, kıskanç
bir özenle sizden gizlenen bu filozofların sözlerini işitiyor musunuz: Para
karşılığı emeğini satan bir yurttaş köle mertebesine düşer; yıllarca hapsi hakeden bir suç işler. (sf. 64)
Ne keyifli bir yazı olmuş. Hayat kesitleri..
YanıtlaSilkarl marx'ın damadı bu, onun gibi kapitalizm'i reddettiği gibi komunizm anlayışını da reddetmiş ve avcı-toplayıcı topluma selam çakmış. at benzetmesi harika, insanlar için de farklı değil. tarım toplumuna geçişten önce torunlarının torunu görürlerken tarım toplumunda ortalama ömür 35 yıla indi, teknoloji sayesinde bugün ancak artıyor ancak salgın hastalıkların bu toplumda çıkması, duyularımızı adeta yitirişimiz, teknoloji sarmalı arasında adeta boğulmak, giderek artan felaketler. say say bitmez. tembellik hakkı istiyorum! :)
YanıtlaSilKitap hakkında yorum yapmadan önce, Ekşi Sözlük’ten aldığım yazarla ilgili şu notu paylaşmak istiyorum.
YanıtlaSil“tembellik hakkı adlı manifesto gibi kitabın yazarı. marx'ın damadı. yetmiş yaşından sonra yaşamanın bir anlamı yoktur deyip karısı ile birlikte tam yetmiş yaşında intihar etmiştir. kitabında da "emek" ve "emeğin değeri" kavramlarından bahseder.”
Bu gün bizler iş yerlerimizde günlük 8, haftalık 40 saat çalışıyorsak eğer, bunda yazarın büyük katkısı olduğunu okudum bu kitapta. Günlük çalışma saatini 17 saat olarak düşünebiliyor musunuz? Kitap genellikle o günkü çalışma şartlarını irdelemiş ve bununla mücadelesini ele almış.
Yine Ekşi Sözlük’ten bir not: (Tembellik hakkı: Birtakım Avrupa ülkelerinin iş kanununda yeri olan bir madde. Dozunu kaçırmamak suretiyle iş yerine telefon açıp, çok hastayım, halamın yengesinin teyzesi öldü gibi bahaneler uydurulmasına gerek kalmadan, sadece ben bugün çalışmak istemiyorum diyerek işe gitmeme hakkı.)
Arka kapak notu:
Damadı olduğu Marx'tan ve Proudhon'dan etkilenmiş sıradışı Fransız Marksisti Paul Lafargue'ın zamana meydan okuyan manifesto niteliğindeki metni Tembellik Hakkı, kapitalizmin vahşi çalışma koşullarına olduğu kadar, çalışmaya övgüler düzen 20. yüzyılın Marksist klişelerine de erkenden savaş açmış bir eserdir. Bu kısa ve özlü metin, bir aylaklık övgüsünden ziyade, egemen liberal amentünün beyinleri istilasına karşı bir uyarıdır.
Tarihsel bakımdan son derece zengin bu klasik metin, 19. yüzyılın kolektif zihin yapılarını analiz eden toplumsal, ekonomik ve entelektüel bir monografi sunarken, içinde bulunduğumuz 21. yüzyılda da güncelliğini korumayı başarmaktadır. Makineleşme sayesinde çalışma süresinin kısaltılabileceği, boş zamanın arttırılabileceği yönündeki Lafargue'ın görüşü, üzerinden geçen yaklaşık bir buçuk asra rağmen, çalışma ve tüketme mitlerinin egemenliğinin iyice pekiştiği, "hayat"a daha az yer kalan günümüz dünyasında hâlâ bir talep olarak yerini korumaktadır...
Zorunlu çalışmaya ayrılmayan özgür zaman anlamına gelen "Tembellik Hakkı"nın içerdiği erdem ve yaratıcılığı, performansa, bireysel başarıya ya da üretimciliğe dayalı bütün ideolojiler bir araya gelse ortadan kaldıramaz!
"Çalışın, çalışın, proleterler, toplumsal serveti büyütmek ve bireysel sefaletinizi arttırmak için çalışın; çalışın ki, daha da yoksullaşarak, çalışmak ve sefil düşmek için daha fazla gerekçeniz olsun. Kapitalist üretimin insanın gözünün yaşına bakmayan yasası budur."
---
Kitabın adının verdiği ilham, kafalarda çaktırdığı şimşek olağanüstü,; insanın hayata bakışını değiştirecek kadar etkileyici. Ancak kitabın içeriği bu ilhamı başlangıç seviyesinde bırakmış, tekrarlar ve öznel yorumlar derinlik sağlanmasına engel olmuş. Lafargue´ın verdiği ilham çok daha derinleştirilebilir, çok daha ileriye götürülebilir diye düşünüyorum... Gerçekleştirilince ideal dünyaya kavuşmak için atılacak en önemli kaynaklardan biri olacaktır.
Ufkunuzun açılması için okuyun.
Okullarda ders kitabı olarak okutulması gereken ender kitaplardan biri
YanıtlaSilYorumum: Üslubu insanı yazmaya teşvik ediyor. İnsanın neleri kaybettiriğini gösteriyor. 10/9
YanıtlaSilToplum önünde bulunan liderlerin ve özellikle başkaların yönlendirme konumunda olan mesela yazarların, yazdıklarını ne kadar yaşamları ile ortaya koydukları önemlidir. Paul da bu konuda iyi bir sınav verememiştir. "26 Kasim 1911'de, onu eşi Laura ile bir koltukta kucak kucağa son soluğunu vermiş olarak bulurlar.Kendilerini öldürmelerinin nedenini, bıraktığı mektupta şöyle açıklamaktadır Lafargue: "Bedence ve ruhça sapasağlamken, yasama zevk ve sevinçlerini birer birer elimden alan, beden ve kafa güçlerimi koparıp götüren acımasız yaslılık, enerjimi felce uğratıp istemimi söndürmeden ve beni gerek kendime, gerek başkalarına yük olacak duruma düşürmeden, canıma kıyıyorum. Yıllardır, yetmiş yaşımı asmamaya söz verdim kendime. Yaşamdan ayrılmanın yılı olarak bu dönemi seçtim ve kararımı uygulama yolunu tasarladım: deri altına siyanür enjekte etmek." Gerekçesi tutarsız. 'Başkalarına yük olmamak' gerekçe olsa idi çocuklar da üretime geçene kadar aynı durumdadır. Belki de o yaştan sonra daha da verimli ürünler, eserler verebilirdi, Tolstoy, Garaudy gibi. Dünyaya gelişimizi biz mi belirledik ki gidişimizi belirleyelim.!
YanıtlaSilÇok az kitap gerçekten tarımın bir felaket olduğunu avcı toplayıcıların ilkel insanların nasıl mutlu olduklarından bahsediyor. Kitapta ki özgür atlarla özgür olmayan atlar arasındaki sağlık, güç farkı gibi etkenler çalısmaktan nefret eden bilgeler/toplumların anlatılısı vs bana kalırsa kilit noktalardandı. Çok çok beğendim sabah 8 akşam 5 çalışıp 2 hafta tatile giderek mutlu olan insanların beğenmemesineyse şaşırmam.
YanıtlaSiltembellik hakkı okurken adeta aktı, kafamdakileri söylemiş dedim. bitmesin diye yavaş yavaş okudum.
YanıtlaSil