10 Temmuz 2019 Çarşamba

F. Scott Fitzgerald - Muhteşem Gatsby



muhteşem gatsby parti çizim
Daha genç ve toy günlerimde, babamın bana verdiği bir öğüt, o zamandan beri aklımdan çıkmadı.
Şöyle demişti bana: <<Ne zaman herhangi birini eleştirmek istersen, insanların senin sahip olduğun avantajlarla dünyaya gelmemiş olduğunu anımsa yeter.>>
Daha fazla bir şey söylemedi fakat biz hep alışılmadık bir ketumlukla az sözcükle anlaştığımız için bundan çok daha fazlasını kastettiğini anlamıştım. Bunun sonucu olarak bütün yargılarımı kendime saklama alışkanlığını edindim. (1. Bölüm)

Adam, depremleri binlerce mil uzaktan kaydedebilen şu karmaşık aygıtlarla ilintiliydi sanki. Bu farkındalığın da <<yaratıcı mizaç>> adı altında şereflendirilen şu gevşek aşırı duyarlılık haliyle hiçbir ilgisi yoktu. Olağanüstü bir umut etme yeteneğiydi bu. Benim başka hiçbir insanda rastlamamış olduğum ve çok büyük olasılıkla bir daha da asla rastlayamayacağım türden bir romantik hazır oluş. (1. Bölüm)

Kendisini konuya bu şekilde kaptırmış olmasında acınası bir yan da bulunuyordu, eskisinden daha da şiddetli olan kibri artık ona yetmiyordu sanki. (1. Bölüm)

Onun hakkında fısıldanan şeylerin aslında bu dünyada fısıldanmaya değecek hiçbir şey bulamayanlardan gelmesi adamın gerçekten de romantik varsayımlar ilham ettiğinin bir kanıtıydı. (3. Bölüm)

muhteşem gatsby analiz

Anlayışla gülümsedi. Yo, anlayışlı olmaktan çok daha fazlasıydı. Ömrünüz boyunca en fazla dört veya beş kez karşınıza çıkabilecek sonsuz bir güven telkin eden, pek ender rastlanan gülümsemelerden biriydi. Görülür dünyanın tamamıyla bir an için yüzleştikten (ya da yüzleşmiş göründükten) sonra sizin lehinizdeki karşı konulamaz bir ön yargıyla bütün dikkatini üzerinizde toplamıştı. Tam da anlaşılmak istediğiniz kadarıyla anlıyor, kendinize inanmak istediğiniz şekilde inanıyor ve tam da vermek istediğiniz, vermeyi umduğunuz izlenimi edindiğini söyleyerek size güvence veriyordu. (3. Bölüm)

Büyük salon insanlarla doluydu. Sarı elbiseli kızlardan bir tanesi piyano çalıyordu ve yanında duran ve ünlü bir koroda çalışan uzun boylu, kızıl saçlı, genç bir hanım da şarkı söylüyordu. Hayli şampanya içmişti ve şarkı söylerken de son derece yersiz bir biçimde her şeyin fazlasıyla hüzünlü odluğuna karar vermiş olsa gerek ki yalnız şarkı söylemiyor bir yandan da ağlıyordu. Her duraklamada, boşluğu, kesik, yürek burkan hıçkırıklarla dolduruyor sonra da titreyen soprano sesiyle şarkıya kaldığı yerden devam ediyordu. Gözyaşları yanaklarından aşağı yuvarlanıyordu. Ama özgürce değil çünkü gözyaşları hayli koyu bir biçimde sürülmüş rimelli kirpiklerine temas edince mürekkep rengini alıyor ve yollarının geri kalanına ağır ağır akan, kapkara derecikler halinde devam ediyordu. Biri şarkıyı yüzündeki notalara göre okuduğuna dair bir şaka yapınca, kadın, kollarını havaya kaldırdı, bir sandalyeye çöktü ve derin, bol alkollü bir uykuya daldı. (3. Bölüm)

Dünyaya sergilediği o bıkkın, mağrur yüzü bir şeyler gizlemekteydi. Çoğu yapmacıklık, başlarda olmasa bile sonunda bir şeyleri saklamak içindir. (3. Bölüm)

Jordan Baker, içgüdüsel olarak zeki, açıkgöz erkeklerden uzak dururdu ve şimdi görüyordum ki bunun nedeni kuralların çiğnenebilmesinin imkânsız olduğunu düşünen insanların arasında kendini daha güvende hissediyor oluşuydu. İflah olmaz bir düzenbazdı o. Üstünlüğü elinden kaçırmaya tahammül edemezdi ve bu tahammülsüzlüğü dikkate alındığında, sanırım hem dünyaya karşı takındığı o soğukkanlı ve küstah gülümsemeyi muhafaza edebilmek hem de o katı, fütursuz bedeninin ihtiyaçlarını tatmin edebilmek için çok küçük yaşlarından itibaren hileyle hurdayla uğraşmaya başlamıştı.
Bütün bunların hiçbir önemi yoktu benim için. Bir kadında sahtekârlık, hiçbir zaman derinden bir suçlama yöneltebileceğiniz bir şey değildir. (3. Bölüm)

Her insan, kendinde temel erdemlerden hiç değilse birinin bulunduğunu düşünür. Benimki de şu: Tanıyıp tanıyabileceğin üç beş dürüst insandan bir tanesiyim. (3. Bölüm)

Ki her genç kız, günün birinde kendisine bu biçimde bakılmasını arzu eder. O anı, bana çok romantik geldiğinden o günden bu yana unutmadım. (4. Bölüm)

Çok fazla içen insanların arasında hiç içki içmemek büyük bir avantajdır. Diline hakim olabilirsin ve üstelik kendi bir takım küçük aykırılıklarını rahatlıkla gizleyebilirsin çünkü etrafındaki herkes bunu göremeyecek ya da görse de aldırış etmeyecek kadar kör kütüktür. Belki de aşk meşk işlerine hiç bulaşmasaydı Daisy. Ama yine de ses tonundaki bir şeyler?.. (4. Bölüm)

<<Dünyada sadece kovalayanlarla kovalananlar, pes edenlerle etmeyenler vardır.>> (4. Bölüm)

Sanırım, evinde bulunan her şeye onun o çok sevilen gözlerinden aldığı tepki nispetinde yeniden değer biçiyordu. (5. Bölüm)

Gözle görülür bir biçimde iki evreden geçmişti ve şimdi bir üçüncüsü giriyordu. Mahcubiyeti ve mantık dışı, taşkın neşesinin ardından kadının karşısında bulunmanın şaşkınlığıyla tükenmişti. Öylesine uzun bir zaman bu düşünceyle dolup taşmış, en küçük ayrıntısına dek kurduğu bu hayalin gerçekleşmesini deyim yerindeyse dişlerini sıkıp öylesine akıl almaz bir azimle beklemişti ki… (5. Bölüm)

Daisy, <<Şuna bak,>> diye fısıldadı, bir süre sonra da ilave etti: <<Şu pembe bulutlardan bir tanesini yakalayabilmek ve seni, onun içine hapsetmek sonra oradan oraya gezdirmek isterdim.>> (5. Bölüm)

<<Bir şeyden eminim başka hiçbir şeyden olmadığım kadar,
Zenginler servet, fakirler çocuk yapar,
Aynı anda,,
Kaşla göz arasında…>> (5. Bölüm)

Neredeyse beş yıl. Bu öğleden sonra dahi onca yıldır kurmuş olduğu hayallere Daisy’nin erişemediği, yetersiz kaldığı anlar olmuştu mutlaka. Fakat Daisy’nin suçu değildi bu, suç, adamın yanılsamasının muazzam canlılığındaydı. Kadının da başka her şeyinde bir hayli ötesine geçmişti bu yanılsama. Gatsby, kendini, ona yaratıcı bir tutkuyla kaptırmış, her geçen an yeni bir şeyler ilave etmiş, onu kendi yoluna çıkan her parlak tüyle süsleyip bezemişti. Bir erkeğin kalbinde sakladığı şeylerle hiçbir yangın veya yenilenme meydan okuyamaz .(5. Bölüm)

Kadınları, erken yaşta tanımıştı ve kadınlar, onu şımarttıkları için o da onları küçümsüyordu; genç bakireleri cehaletleri, diğerlerini ise kendisinin bahşedilmiş saydığı çok kuvvetli öz kazanımlar uğruna isterikleştikleri için. (6. Bölüm)

Daha önce uyum sağlamak için bütün güçlerini seferber ettiğin bir şeye yeni, farklı gözlerle bakmak kesinlikle çok üzücü. (6. Bölüm)

<<Ama o anlamıyor,>> diye konuştu. <<Eskiden olsa anlayabilirdi. Birlikte saatlerce oturup…>> (6. Bölüm)

<<Yerinde olsam ondan çok fazla şey beklemezdim,>> dedim. <<Geçmişi yeniden yaşayamazsın.>>
İnanmazlıkla, <<Yaşayamaz mıyım?>> diye bağırdı. Elbette yaşayabilirim.>>
Çılgınca etrafına bakındı, geçmiş bu evin gölgeleri arasında, elini uzatsa tutabileceği bir yerde gizleniyor gibiydi sanki.
Başını kararlılıkla sallayarak, <<Her şeyi eskiden olduğu haline geri getireceğim,>> dedi. <<Bunu o da görecek.>> (6. Bölüm)

Yaşamı, o zamandan bugüne karışmış, altüst olmuştu fakat belli bir başlangıç noktasına dönebilse ve her şeyi dikkatle, ağır ağır gözden geçirse yitirmiş olduğu şeyin ne olduğunu bulabilecekti sanki. (6. Bölüm)

Bu sıcakta, kim öptüğü dudakları alev alev yanan, senin kalbine dayadığı başı, pijamanın göğsünü nemden sırılsıklam yapan birini arzulayabilirdi ki? (7. Bölüm)

Mrytle’in bir başka dünyası, onunkinden ayrı bir yaşamı olduğunu keşfetmişti ve bu bilginin getirdiği şok da adamı fiziksel olarak hasta etmişti. Önce ona, sonra da bir saatten daha az bir zaman önce benzeri bir keşifte bulunan Tom’a baktım. Ve o anda anladım ki erkekler arasında zekâ ya da ırksal yönden hiçbir farklılık yoktu ki hasta ile sağlıklı arasındaki fark kadar derin olsun. (7. Bölüm)

karmasik zihin
Basit bir zihnin karışıklığı başka hiçbir karışıklığa benzemez. (7. Bölüm)

Otuz yaş. Yalnızlığı, sayısı giderek azalan bekar arkadaşları, hızla incelmekte olan bir heves torbasını, dökülen saçları vaat eden yeni bir on yıllık süreç. (7. Bölüm)

Jay Gatsby olarak onu ne kadar muhteşem bir gelecek beklerse beklesin şu anda hiçbir mazisi olmayan beş parasız bir delikanlıydı ve sırtındaki üniformasının sağladığı görünmez zırh da her an omuzlarından kayıp düşebilirdi. Bu yüzden en iyi şekilde değerlendirdi vaktini. Elinin uzanabildiği her şeyi, amansızca ve ahlaksızca kaptı. Sonunda, sakin bir ekim gecesi Daisy’i de kaptı. Kaptı çünkü onun elini bile tutmaya hakkının olmadığını biliyordu.
Onu, sahte iddialarla elde ettiği için kendinden nefret edebilirdi. Demek istediğim şey, ortaya hayali milyonlarını sürdüğü değil fakat ona kasten bir güven duygusu aşılamış, kızın benzer sosyal sınıflara mensup olduklarına, onun geçimini rahatlıkla temin edebileceğine inanmasına izin vermişti. Böylesi bir yeterliliği yoktu aslında. Arkasında duran, güvenebileceği, ona destek olabilecek bir ailesi bile olmadığı gibi kayıtsız bir devlet dairesinin alacağı keyfi bir karar neticesinde dünya üzerinde herhangi bir yere savrulabilirdi de. (8. Bölüm)

saklı portre
Birdenbire bütün tutkularından, hırslarından uzaklaşmış, aşkta her geçen gün daha da derinlere gömülen biri olup çıkmıştım fakat buna aldırış bile etmedim. Ona ileride yapacaklarımı anlatarak hoşça vakit geçirirken büyük işler yapacağım diye uğraşmanın ne gereği vardı ki? (8. Bölüm)

Çünkü gençti Daisy ve yapay dünyası buram buram orkidelerin, neşeli züppeliklerin, o yılın ritmini belirleyen ve yaşamın hüznünü ve manasını yeni notalarla özetleyen orkestraların kokusundan oluşuyordu. (8. Bölüm)

Kentten ayrılırken sanki daha sıkı arasaymış onu bulabilirmiş duygusu vardı içinde. Onu geride bırakıyormuş duygusu. (8. Bölüm)

Eğer bu tahminim doğruysa o tanıdık, ılık dünyayı yitirdiğini, tek bir hayale saplanıp onunla gereğinden fazla uzun yaşamanın bedelini hayli ağır ödediğini hissetmiş olmalı. Başını kaldırıp ürkütücü yaprakların arasından kendisine hiç tanıdık gelmeyen göğe bakmış ve bir gülün ne kadar acayip bir şey olduğunu, güneş ışığının binbir emekle yetiştirilmiş çimlere nasıl da çiğ bir biçimde vurduğunu anlamış olmalı. Zavallı ruhların hava yerine hayalleri soludukları ve gelişigüzel sürüklendikleri gerçek olmaktan uzak fakat somut bir dünyaydı bu…. (8. Bölüm)

<<Bir insana karşı duyduğumuz dostluğu, o yaşarken göstermeyi öğrenmeliyiz, öldükten sonra değil. Ondan sonra benim kuralım onları rahat bırakmaktır.>> (9. Bölüm)

Onu affedebilmem ya da ondan hoşlanmam mümkün değildi .Yapmış olduğu her şeyi tümüyle haklı gördüğünü anlıyordum. Nasıl bir boşvermişlik ve sersemlikti bu. Kayıtsız, aldırışsız insanlardı bunlar, Tom ve Daisy, canlı cansız her şeyi kırıp döküyor, sonra kendi servetlerine ya da uçsuz bucaksız gamsızlıklarına ya da onları bir arada tutan şey her ne ise ona çekiliyorlar ve sonra da bırakıyorlardı arkalarındaki enkazı başkaları temizlesin…
Onunla tokalaştım; bunu yapmamak aptalca gelmişti çünkü birdenbire sanki bir çocukla konuşuyormuş gibi hissetmiştim kendimi. Sonra belki bir inci gerdanlık… Veya bir çift kol düğmesi almak üzere kuyumcu dükkanına girdi. Ve benim gibi bir taşralının tiksintisinden sonsuza kadar kurtulmuş oldu. (9. Bölüm)

Gatsby, o yeşil ışığa, her geçen yıl, bizden biraz daha fazla uzaklaşan o uçarı geleceğe inanmıştı. O sırada gelecek elimizden kaçıp gitti fakat önemi yok bunun. Yarın daha hızlı koşacak, kollarımızı daha ilerilere uzatacağız. Ve güzel bir sabahta da… (9. Bölüm)

inceleme gatsby kitap özet
Bu resimin sebebi aşağıda...
 Kitaba dair notlarım: Orta düzeyde spoiler barındırır, kitabı bitirmeden okumanızı tavsiye etmem.

Yazıya, analizlere, düşüncelerimi derin olarak ifade etmeye çok uzun yıllardır uzaktım, ben çizerek ve susarak anlatan taraftaydım fakat bugün, bende pek çok his uyandıran bir köpek için bu durumu değiştireceğim. Eckleburg’un gözünden değil, benim gözümden ahlaki iflas toprağına bakmanızı ve neyi, niye çizdiğimi anlamanızı istiyorum, olabildiğince basitleştirerek ve spoiler vermek zorunda kalarak, kendi notlarımı da -anlayışınıza sığınarak- çok düzenlemeden aktaracağım çünkü blogum, burası benim için bir tür kişisel alan ve resmiyetten uzak durmaya çalışacağım. Eserin kendini açıklaması gerekirken bu notlarımı paylaşarak muhtemelen çizimime de zarar veriyorum fakat buna –bu kez- ihtiyaç olduğuna eminim.

Yazarlar ve sanatçılar, binlerce yıldır eserlerinde “köpek” figürünü sadakatin sembolü olarak kullanıyor, bu nedenle Mrytle’in New York’ta bir köpek satın almaya olan aşırı isteği hem ironik, hem dokunaklı bir anlam taşıyor. Kedi, kuş ya da ördek değil, istediği sadık bir köpek.
Kısaca özetlemek gerekirse hem Mrytle hem Tom, başkalarıyla evlenip onları aldatır. Tom köpeği satın aldıktan sonra satıcıya, “bu parayla bu köpekten 10 tane alırsın” cümlesini kurmuştur. Bahsi geçen sahne Tom için sadakatin ne kadar az bir değere sahip olduğunu göstermektedir.

Mrytle ise köpeği delicesine satın almak isterken onun hakkında neredeyse hiçbir şey bilmez, ironik bir şekilde sadakat hakkında da bildikleri de köpeklerden daha fazla değildir.

Daireye ulaştıklarında, hem Mrytle hem de Tom köpeği çabucak unuturlar, -hiyerarşik bir kurum olan ve evliliğin gereği sayılan -fakat az rastlanan- sadakati de unutmuşlardır-. Hiyerarşi sapasağlam durmakta, tam da bu yüzden içten içe kokuşmaktadır. Öğleden sonra ve akşamları içerek, kavga ederek ve akşamları seks yaparak günlerini geçirirler. Köpek önemsizleşmiş, ilgilenilmeyen bir varlığa dönüşmüştür. O, artık evin yerlisi ve “yedek” olanıdır. 

Tom, Mrytle, Daisy, Jordan ya da Gatsby’nin partisine katılmış olan insanlar Amerikan rüyasının yüzeysel materyalizm’ini temsil ederler, Gatsby karakteri ise bu temsilin dışındadır. Tom’un okuduğu alıntılar ile günümüz sosyal medya popülizmi ise, olağan şekilde eşleşir. Daisy’nin dünyadan bıktığına ve her şeyin korkunçluğuna dair düşüncelerini Nick’in samimi hissetmemesi ve sofistike bir şov olarak düşünmesi de Muhteşem Gatsby karakterlerinin bulunduğu yapıya ve yapay konuma Fitzgerald’ın eleştirisi diye düşünüyorum. 

Kitaba dair notlarımı paylaşırken size popüler Marksist eleştirmenlerin atladığı Marx’ın fikirlerini parasal yöntemlerin çok daha ötesine taşıyan Bourdieu’dan bahsetmem gerekir, ekonomik sermaye(finansal zenginlik) ve kültürel sermaye(giyim tarzı, zevkler ve tavırları da içeren kültürel zenginlik) benzeri birkaç çeşit sermaye tanımlayan Bourdieu’ya göre, farklı sınıflardan insanlar farklı yetişmelere ve dolayısıyla farklı alışkanlıklara göre hareket etme eğilimindeyken, aynı sınıfa ait olanlar genellikle aynı tür deneyimlerle karşılaşıyor ve benzer alışkanlıklara sahip oluyor. Kültürel tepkiler ve alışkanlık farklılıkları, Bourdieu için sınıf ayrımını yaratan şeylerden bir kaçı.

Muhteşem Gatsby’de ise Fitzgerald üst sınıfın derinlik ve anlam eksikliği ile dolu sığlığını göstermek konusunda adeta saplantılı durumdadır ki Hem Daisy’nin kırılgan havasına, hem Tom’un midillisine, hem de partilere gelen kalabalığa komünist açıdan bakmak istenirse Marx’ın değil, Bourdieu’nun düşünceleri ile çok daha doğru analize ulaşılabilir, tabi ki Wilson hakkında oluşacak fikirlere de öyle. Bu notu, kitaba dair okuduğum komünist/marksist eleştiriler çok sığ kaldığı için ekleme zorunluluğu hissettim -eleştirilerin neredeyse tamamı Marksist açıdandı- ancak komünistlerin atladığı nokta, Gatsby’nin hiyerarşi karşıtlığına yeterli önemi vermeyip Eckleburg’u genellikle yükselen ticaretten ibaret görüyor olmalarıdır, bu yüzden Marksist  kritizm ile Muhteşem Gatsby’nin anlaşılabileceğini zannetmiyorum, köpek bile hatırlanmamışken. Yine de Tom Buchanan gibi ahlaki değeriyle değil maddi değeriyle ölçülen insanlara Marksist kritizm yapılmak isteniyorsa, en doğru adres Bourdieu'yu es geçmeden incelemek olacaktır.

Tüm bunların yanı sıra, Gatsby’nin yükselişinin diğer karakterlerin aksine hiyerarşiye ve haliyle hiyerarşi içeren devlete, sisteme vs meydan okuyarak olduğunu tekrar hatırlatmak gerekir ve Tom bunu açığa çıkardığında, Gatsby geri dönüşü olmayan bir şekilde en büyük hayalini, yozlaşmış bir hiyerarşik kurallar bütünü içinde kalanlara kaybeder.

Daisy, Tom’u ve sunabileceklerini gördüğünde ondan emin olup fakir Gatsby’i terk ettiği gibi, zengin Gatsby’i gördüğünde de ondan da emin olmuş ve Tom’u terk etme kararı almıştır fakat Gatsby’nin suçlu olabileceğini duyuşuyla birlikte, aşk ve sevgi Daisy için değişir zira Daisy için güvenlik, basitçe söylemek gerekirse(Daisy ve benzeri karakterlerin tamamı bu gerçeği reddedecektir) kocaya eşdeğerdir ki, Daisy’nin dünyadan bıktığını söylediğinde samimi hissettirmemesini burada bir kez daha hatırlamak gerekir. Daisy, Gatsby’nin ona güven sağlayabileceğini gördüğünde Tom’dan boşanmayı düşünür, daha öncesinde hayata karşı duyduğu “sözde kırılganlığına” karşın Tom’un ona sağladıklarından güvenli bir liman bulmadan, doğasının gereği vazgeçemeyecektir. Burada bir not bırakmam gerekir, biraz daha geçmişte, Daisy Gatsby’e aşık olmuştu fakat bu durum ailesinin standartlarına uygun değildi, Daisy açıkça toplumun kadınlara davranışlarının para şıkırtısıyla birleşmiş bir ürünüdür. Bu geçmişteki gerçeği düşündüğümüzde Gatsby’nin Daisy ile nasıl evleneceğini düşünebiliriz? Daisy güçsüzdür, acizdir, özgün hiçbir karar alamaz – aldığını sanarken - ve erkeklerin tedavisine muhtaçtır, geçmişinden şimdisine ve geleceğine her sahnede bu görülebilir. Daisy, büyürken toplum tarafından hayatını belli bir ürün olarak yaşamaya programlanmıştır. Daisy için her şey koşulludur ve güvenliğe bağlıdır, aşk bile. Böylesine karakterler her an, başkaları tarafından basitçe yönlendirilebilir. Gatsby’nin baskısıyla Tom’u asla sevmediğini söylediği ve sonra Tom’un baskısıyla Tom’u sevdiğini söylediği sahneyi hatırlayın, Daisy’nin bu davranışları niye yaptığı son derece anlaşılır fakat saygı duyulası değildir, tıpkı Abigail gibi. Yine de Daisy, Gatsby gibi erkekler için tanıdık eski sıcak ve huzurlu dünyadır ve Daisy için haddinden fazla bedel ödendiğini Gatsby kabul etseydi, yabancı ve hissiz bir dünyanın içine mi düşecekti ya da alternatif bir anlam var mıydı? Bedelin değip değmediğini bir an için olsun düşündüğünde bile, tüm dünya ona gri, renksiz, tadsız gelmişti, güneş ve çiçekler bile. Bu fikrimi de biraz daha düşüneceğim.

Daisy, olan bir dizi -ciddi spoiler sayılacak- olaylar bütünü sonrasında hiyerarşi içerisindeki güvenli ve yapay yerini hiyerarşiye meydan okuyan/uyamayan ve bu yüzden terk ettiği -kötü adam- Gatsby sayesinde devam ettirir, unutur ve kendisine dünyada en sadık olmuş olan insana atılan iftirayı düzeltmeye ihtiyaç duymaz, bu durumun köpekle veya sistem ile olan bağı pek çok insana alakasız gözükebilir, tabi Eckleburg’a ve ahlaki iflas toprağının sahtekarlığına aynı anda bakmadığınız sürece.
Eckleburg, tabelasını Nick’in deyimiyle belki unutarak çekip gitmiştir ve bölge iç karartıcıdır, kasvetlidir. Eckleburg’un olduğu sahne küller vadisi ile başlar. 

Öyle ki bu küller evlerin, bacaların ve bacalardan tüten dumanın; en nihayetinde de akıl almaz bir gayretle, tozlu havanın içinde zaten ufalanıp dağılacakmışçasına, belli belirsiz gezinen insanların biçimini alır(topluluk, toplum, siyaset, kurallar, hiyerarşi, sayısız yara, kapanmayan yara, iyileşmeyen yara). Ara sıra gri renkte bir dizi kamyon, görünmez bir yol boyunca ağır ağır ilerler(sanayi, sözde gelişmişlik, yenilik, teknoloji, popülizm, işbölümü, çok satanlar) ve korkunç bir fren sesiyle durur(Mrytle&Wilson?), derken ellerinde kurşuni küreklerle kül renginde insanlar beliriverir(devrim, alternatifler ve tekrar Wilson, Gatsby ilişkisi ve Tom’un rolü?)… Eckleburg’un tekrar ortaya çıktığı sahnenin, Nick’in Tom’un evli metresi Mrytle’la tanışması sırasında olması yine basit bir tesadüf değildir. Eckleburg için Nick’in tasvirinde korku unsurları ve bazen aşırı renkli ifadeler kullanmasına şaşmamak gerekiyor. Eckleburg bölüm 8’de ortaya çıktığında ise pano bir tür dikkat, uyarı anlamı taşır, tekrarlayan sarı renk göndermesi ve yüksek otoriteye duyulan fakat sonu hiç iyi bitmeyen güven vardır. Aldatma, ahlaksızlık, merhamet eksikliği, iki yüzlülük ve öfke. 

Bu pano, her karakter için farklı anlamları temsil etmektedir, Eckleburg’un temsilinin ticaretin yükselişi, Tom gibi yozlaşmış insanların konumu ya da tüm Marksist eleştiriler, kısmen haklı fakat çok eksiktir. Bir dindar ise muhtemelen Wilson gibi düşünür, Wilson, Eckleburg için tanrının gözleri cümlesini kurmuş, Eckleburg’un gidişini tanrının Amerika’yı terk etmesine bağlamıştır ki komiktir, Eckleburg paraya ve başarıya dayalı açgözlü bir reklam panosudur ve Wilson, sürü gibi dizilen fakir balık kılçıklarından sadece biridir. Dindar değildir, bu durumda işçi Wilson için kapitalizm tanrı ile yer mi değiştirmiştir? 

Amerikan rüyasının Gatsby’den beter çarptığı bir komunist ise, ticareti temsil etme ihtimali de olan Eckleburg’un küller vadisine bakışını Gatsby için üretilen zenginlik ile çoğu insanın umutlarının Küller vadisine gidişine dair göndermeler yapabilir. Eckleburg, ahlaki değerlerin ya da sınıf farkının oluşturduğu sorunların temsilinden çok daha fazlasıdır. Her şehrin, kasabanın, köyün bir Eckleburg’u vardır. Her Buchanan’ın binlerce Wilson’u ve hemen her Wilson’un bir tanrısı bulunur, hiyerarşi varolduğu sürece de bulunmaya devam edecektir.

Gerçek anlam arayışı olaraksa, John Zerzan’ın düşünceleri, araştırmaları muhtemelen Muhteşem Gatsby analizi yapılmak istenirse en doğru kaynak çünkü o, tüm karakterleri antropolojik, sosyolojik ve psikolojik olarak irdeletecek bilgileri verebilecektir. Zerzan’ın bildikleriyle Muhteşem Gatsby’e bakıldığında benim için her şey çok daha anlaşılır duruyor, bu yüzden gerçek anlamı ve detayı arıyorsanız John Zerzan doğru adres olacaktır, ben bu yazıyı analize dönüştürmek istemediğim, notlarımla sınırlı tuttuğum için kapsamlı detaya girmeyeceğim.

Muhteşem Gatsby’e sayısız kritik yapılmış, kitaplar basılmış, web siteleri açılmış fakat sadece karakterler değil, okuyucular ya da analistler de mevcut hiyerarşi içerisine sıkışmış, ideolojik kritikler değişmiş, hiyerarşi şekil değiştirmiş ve bazen eleştirilmiş fakat kalmış. Bu kitap hakkındaki analistlerin ve yazarların pencereleri dar, gözleri kara -ama yanlış yöne ve yönden- bakıyor. Karakterler, hiyerarşi dışına çıkan Gatsby’i nasıl unutmaya meyilli ise, okuyucu da köpeğe hikaye içerisinde çok az önem biçiyor ya da hiç fark etmiyor, unutuyor. Bu unutuluşun ortak noktası olan vefa ve sadakat gibi kavramlar hiyerarşinin delindiği nokta göz önüne alındığında ironik bir komiklik ve çokça öfke taşıyor. Karanlıkta yürüdüğü varsayılan Gatsby hayali uğruna kendisini harcamaktan çekinmezken, aydınlıkta duranlar güvenli noktalarında gösterişli ışıkların altında çok parlak olarak kokuşuyor. Gatsby, bu parlıklığın koruyucusu rolünü üstlenirken hayata ve kendisine sadık oluyor ve gösterişli ışıkları yaratsa da, spotlar onu hiçbir zaman için gerçek anlamda göstermiyor. Daisy, Gatsby’nin idealist mükemmelliğini ve sınırları zorlayan tutkusunu haketmiş midir? Gatsby, hayallerindeki her şeyi tehlikeye atan masum, umutlu bir genç olarak kalmayı başarmış gözüküyor fakat bunun olası sonuçlarından emin değil. Geçmişi yeniden ele geçirmek imkansız, birinin geleceğini değiştirmek çok zordur, Gatsby bunu bilmiyordu. Gatsby, Daisy’nin 5 yıl önce ki masum idealize edilmiş hali ile günümüzdeki gerçek karakteri hakkında Nick ve belki de Tom kadar farkındalık sahibi değildi. 

Partide kütüphanesindeki kitaplara şaşıran baykuş gözlü adam, Gatsby için, “bu adam tam bir Belasco!” der. Belasco, 1853-1931 yılları arasında yaşamış, devasa bir kütüphaneye sahip oyun yazarıdır.  Gatsby’nin kitaplarınn kesilmemiş olması ve bunu fark eden tek kişinin Baykuş Gözlü olması yine bir tesadüf değildir, Gatsby, o kalabalıkta bulunan hiç kimsenin kitapları kontrol etmeyeceğine emindir. Açılmamış, okunmamış olan bu kitapların Gatsby’nin hayatını temsil etmesi yüksektir, bir diğer olasılık ise en dipten gelmiş olan Gatsby’nin iyi eğitimli, Oxford’lu olduğuna inanmalarını istemiş olması olabilir ki, bu durumda Baykuş Gözlü Adam, açılmayan kitapların dekoru kadar sahte olan kalabalığın da sahteliğini keşfetmiş olur. Nick bile onu bir erkekten ziyade bir çift göze indirger, bu sebeple onun bir gerçeklik sembolü olduğunu düşünüyorum. Baykuş bilgedir ve ölümün simgesidir, araba kazasını Gatsby’nin evinde geçiren adam arabadan indikten kısa bir süre sonra aracı başkasının kullandığını açıklamıştır. Ayrıca o, cenazeye gitmiş olan tek konuktur. Muhteşem Gatsby kitabında, tamamen iyi ya da tamamen kötü olan hiçbir karakter, siyah ve beyaz yoktur.

Bunun yanı sıra, kitapta yeşil ışık bolca vardır, köpekten farklı olarak saklanamayacak kadar bariz şekilde durur. Gatsby için yeşil geçmişten geleceğe doğru parlar, sönmez, uzaklaştığında titrek, yaklaştığında ise süreklidir. Nick’in ağzından yeşil ışıkla ilgili şu cümleler dökülür: “Bir an için onu kaçırmış olabilirdik, ama hiç önemli değildi, yarın daha hızlı koşacak, ellerimizi daha ileriye uzatacaktık… Ve güzel bir sabah… Bizler akıntıya karşı kürek çekip sularla boğuşurken aslında durmaksızın geriye, yani geçmişe doğru gitmiyor muyuz zaten.”
Buradan rahatlıkla yeşil ışıkların kaçan şimdiden, yaşanan asıl andan bahsettiğini ve Gatsby için gelecek hayalinin geçmişteki Daisy rüyası olduğunu söyleyebiliriz(ayrıca kitapta bu anlamı daha keskin veren bir kaç paragraf mevcut). Geçmiş, şehrin yaydığı mutsuzlukta doğrudan geleceği temsil etmektedir ki, 1910-1920’lerde yeşil ışık sisteminin şehirlere kurulmuş olması, geçmiş ve gelecek açıklamasına alternatif olarak varolabilir.
John Habberton 1889'da: "Büyük bir kent, büyük bir yaradır -asla tedavi edilemeyen bir yara." Der. Aslında kentlerde bağımlılık ve her türden duygusal huzursuzluk ve sayısız şiddet, aldatmaca ve gerçeklikten uzaklaşma, problemlere alternatif olarak uyuşturan, bol içkili bir eğlence anlayışı üretilmiştir. Bu bağlamda ışık, evcilleşmenin, teknolojinin, iş bölümünün ve şehirleşmenin, teknolojinin sebep olduğu savaş, huzursuzluk, kayıtsızlık(Daisy’nin yaptıklarını anımsayın) bağlılık, depresyon, takıntı, yalnızlık duygusu, kentin doğayı yok etmesi gibi anlamlar ile de açıklanabilir, savaş Gatsby’e Daisy’i kaybettirir. Savaşa sebep olan teknoloji, evcilleşme, şehirleşme, tarım, sanayileşme gibi faktörlerdir(eğer bilmiyorsanız, dünya üzerinde savaş tarım toplumları ile varolmuştur).  

Gatsby’nin Daisy için bahçeyi sistematik, tek düze bir yeşil haline getirişi de düşünüldüğünde yeşil ışığın şehirleşmeyi, standartlaşmayı ve modernizmi temsil etme olasılığı hiçte uzak değildir, akademisyenlerin iddia ettiğinin aksine sembol geçmiş ve gelecekten ibaret olmayabilir. Hastaneler, okullar, işyerleri, apartmanlar, hapishaneler, alışveriş merkezleri, havaalanları, bekleme salonları aynıdır, Daisy’nin sınıfındaki insanların genelinin sistematik davranışları ve istekleri de.

Daisy, kontrol altında olmaktan hiçte şikayetçi gözükmemektedir, Tom ve Gatsby doğayı kontrol altına almaya/alabilmeye başladıkları andan itibaren Daisy’e sahip olabilirler. Cohen, "toplumsal düzenin gelişimi ve bekası için" sembollerin "zaruri" olduğunu ileri sürmüştür. Bu da, -azımsanmayacak miktardaki pozitif kanıtın daha zorlayıcı şekilde gösterdiği gibi- sembollerin ortaya çıkışından önce, onların varlığını gerektirecek bir düzensizlik halinin olmadığı anlamına geliyor. Muhteşem Gatsby’nin tutarlılık içeren sembollerle ve yozlaşmışlıkla dolu olması ve söylenen sözlerin, kullanılan dilin arkasında sıkça başka anlamlar barındırması şaşırtıcı değildir. John Zerzan, bir makalesinde dili bir sistem olarak kuran gramerdir; bu durum, sembolik olanın, iktidara el koymak için sistemik hale dönüşmeye mecbur olduğunu hatırlatıyor bize. İşte bu şekilde algılanan dünya yapılandırılmış hale geldi; bu dünyanın bolluğu da işleme tabi tutulup eksiltildi. Her dilin grameri bir deneyim kuramıdır, hatta bir ideolojidir. Kurallar ve sınırlar koyar ve baktığımızda içinden her şeyi gördüğümüz, herkesin gözüne uyan mercekler imal eder. Bir dil -konuşanın tercihi doğrultusunda değil- gramer kurallarınca belirlenir: İnsan zihni genellikle gramer ya da sözdizimi ile çalışan bir makine gibi görülüyor artık demiş, dil, en derin anlamıyla konformisttir; hatta nesnel gerçeklik bile onun baskısına maruz kalır. Gerçek denilen şey tasfiye edilir, çünkü bu gerçek, dilin sınırları tarafından biçimlendirilip kısıtlanır. Dilin indirgeyici kuvveti altında unuttuğumuz bir şey var: anlam için hazır bulunan sembollere ihtiyacımızın olmadığı gerçeği diye eklemiştir. Zerzan’ın iddiasına göre, dilin ve hiyerarşinin ortaya çıkardığı sorunlar sembolik araçlar tarafından tek bir gün bile çözüme kavuşturulmamıştır ve hiyerarşi, -bana göre- dilden bağımsız düşünülemez. 

Amerikan rüyası liderleri savaş istemiş, Gatsby’de savaşmıştır. Semboller (örneğin ulusal bayraklar ya da yeşil trafik ışığı) türümüze, hemcinslerimizi insandan saymama izni vererek, sistematik türiçi katliamı mümkün kılmıştır. Sembollerin sağdan sola savurduğu Gatsby, semboller olmadan var olamayacak liderlerin emri ve kurdukları düzen için en büyük hayali olan Gatsby’i kaybeder. Ne savaş, ne gerileme, ne de anlamsızlık, aldatma gibi duygular bir gecede ortaya çıkmaz, Fitzgerald tüm bu sembolleri kullanırken yeşil ışıkla şehirleşmeyi birleştirmemiş olma ihtimali var mıdır? Bence bu olasılık düşük. İlkel insanlar mevcut an içinde yaşarlar, tıpkı bizlerin de eğlenirken mevcut anda yaşaması gibi. Onların, herhangi bir yeşil ışığı yoktur ve Fitzgerald’ın bunu atlamış olma ihtimali azdır. Uygarlık, Gatsby’e kaybettirirken Sahlins belagatli şöyle demişti: "Dünyanın en ilkel insanları sadece birkaç şeye sahiptir, ama yoksul değildir. Yoksulluk ne malın mülkün az oluşu, ne de sadece amaçlarla araçlar arasındaki bir ilişkidir; yoksulluk her şeyden önce insanlar arasındaki bir ilişki biçimidir. Toplumsal bir statüdür. Ve bu haliyle de, uygarlığın bir icadıdır."

Daisy için yapay kentin sahte toplumsal statüsü, samimiyetsizce reddetse de neredeyse her şeydir. 

Yeşil rengi geçmek gerekirse, Fitzgerald aynı zamanda sarı renge de çok ciddi şekilde kitabında takıntılıdır. Eğer kitabın yazıldığı tarihte piyasada bulunan dolarları incelerseniz, sarı rengin yoğunlukta olduğunu görebilirsiniz. Jordan’ın kol rengi ve omzu altın ile tasvir edilir, ten gerçektir. İdealleştirilmiş Daisy için altın kız denir ve ilk buluşmalarında Gatsby, altın rengi bir kravat takar,
Sarı, altından daha farklıdır çünkü altının sahtesi, sarı ile yapılır. Altın kız Daizy’nin çekici sesi için Gatsby, “para şıkırtısı gibi” tasvirini kullanır. Gatsby’nin sahteliklerle dolu partisinde sarı kokteyl müziği ve altın tenli Jordan kadar çekici olmayan ikiz sarı elbiseli kızları görürüz. Ayrıca sarı, Gatsby’nin arabasının rengidir, bu araba New York’taki yüksek topluma girme arzusunun sembolü ve başarısızlığıdır. Ve eğer kitaptaki renklere dair tüm bu söylediklerim yeterli olmazsa, Eckleburg’un Amerika’daki topraklara bakan gözlükleri sarıdır. 

Romanda daha nadir geçen beyaz renk, bilinen anlamlarıyla masumiyet ve kadınlıktır, belki de söylemesi basit geldiği için bu kadar sık kullanılır. Daisy evlenmeden önce arabası beyazdır, kıyafetleri, evin odaları, ve sıfatların yaklaşık yarısı (beyaz boynu, beyaz bir sarayın tepesinde vs) beyaz tarif edilmiştir. Tam bu satırları yazarken baktığım eleştirmenler romandaki beyazı masumiyet olarak nitelemiş fakat, Daisy’i masum olarak tanımlamak çok zor, romanın sonunda açıkça bencil, dikkatsiz, karaktersiz ve yıkıcı olarak tanımlanıyor. Tüm bunlar olurken Catherine’in suratını bembeyaz yapan pudrasını unutmamak gerek. Öyleyse, şeytan’ın bile bir zamanlar melek olduğu bu dünyada, Daisy masum başlayıp sonradan mı değişerek düşmüş yoksa masum bir yan hiç var olmamış mıdır? Daisy’nin Tom’da kalma kararının masumiyet ile ilgisi var mıdır? Bunu düşünmeye devam edeceğim. Düşünmeye devam ettiğim bir diğer konu ise, anlatıcı olan Nick’in diğer karakterlere ne kadar görünmez ve önyargısız olduğudur, onun yorumlarına ne kadar güvenebiliriz? Hiçbir karakter, anlatıcı dahil tamamen masum değildir.

Yine dikkatli bakarsanız, Gatsby’nin tüm romantik yanılsamalarının tasvirinde mavi renk kullanılmıştır. Öyle ki, bahçesindeki çimler bile mavidir. Varoluşunun kıvılcımı da, ona mavi palto alan Cody tarafından başlamıştır. Mavi, kitapta açıkça birer illüzyon ve yanılsamayı tasvir eder, tıpkı Eckleburg’un masmavi gözleri gibi.

Renklerle daha çok haşır neşir olup sizi sıkmadan önce, Gatsby’nin havuza girişinde külden griye doğru sürüklenişini de anımsatmak gerekir, Gri renk, kitabın tamamında cansızlık figürü olarak kullanılmış, renkler tanım noktasında anlamlarından sapmamıştır. Kitaptaki her renk, belirli bir sembolü anlatır. Bu kitaptaki hiçbir şey, rastgele değildir.

Köpeğin bulunduğu ve ikiyüzlülüğü kitaba aktarmama ilham vermiş olan bu düşünceler, Muhteşem Gatsby içerisinde ilk ana mesajlardan birini taşır ve köpek kitapta Eckleburg ile beraber her noktanın gizli kahramanıdır. Karakterler, gerçek değerlerle olan temasını kokuşmuş bir hiyerarşinin getirileri ve götürüleri içinde kalarak kaybetmiştir ve sadakatin yerini alan geçici hazların unutturduklarının sembolü, okuyucuların da fark etmediği, yüzeysel yaşamın karşısında durmakta olan bir köpektir. Okuyucuların ve eleştirmenlerin sadık olan köpeği, karakterlerin ise aşık olan kural dışı Gatsby karakterini unutması tesadüf eseri oluşmamıştır, Gatsby’nin 1920’lerin muhafazakarlığına meydan okuyuşunun tesadüf olmayışı gibi. Notlarımı olabildiğince sadeleştirerek size aktardım, göz attığım analizlerin tamamı harika alt metinler var deyip bunları anlamıyor ya da anlatamıyor, aşk hikayesi odaklı görüyor ya da saçma denebilecek çıkarımlar yapıyordu. Sanıyorum şimdi kitabın içine aktardığım çizimim daha çok şey ifade edebilir. Bu mini yazımı analiz olarak değil, köpeğin kitaptaki yerine dair basit, düzeltmeye üşendiğim notlarım olarak algılarsanız daha doğru olur. 4 yıl aradan sonra yazıp sizinle de paylaşmış oldum, İngilizce yerine Türkçe yazmak açıkçası benim için zorlayıcı, anlam bozulmaları için üzgünüm.

Sevgiler. - AnokVa

1 yorum:

  1. Anokva..
    Açıkçası daha önce bu tarz çizimler yapan birisiyle karşılaşmamıştım hiç. O nedenle yerin bende hep ayrı.. En merak ettiğim nokta da şu; acaba bu noktaya gelebilmek için neler yaptın ya da bu kadar yaratıcı şeyler çizebilmek için neler yaşadın?
    ..
    Umarım bir gün sadece bizler değil, tüm Dünya seni tanır.
    Sevgilerle..
    Unknown

    YanıtlaSil