Daha genç ve toy günlerimde, babamın bana verdiği bir öğüt,
o zamandan beri aklımdan çıkmadı.
Şöyle demişti bana: <<Ne zaman herhangi birini
eleştirmek istersen, insanların senin sahip olduğun avantajlarla dünyaya
gelmemiş olduğunu anımsa yeter.>>
Daha fazla bir şey söylemedi fakat biz hep alışılmadık bir
ketumlukla az sözcükle anlaştığımız için bundan çok daha fazlasını kastettiğini
anlamıştım. Bunun sonucu olarak bütün yargılarımı kendime saklama alışkanlığını
edindim. (1. Bölüm)
Adam, depremleri binlerce mil uzaktan kaydedebilen şu
karmaşık aygıtlarla ilintiliydi sanki. Bu farkındalığın da <<yaratıcı
mizaç>> adı altında şereflendirilen şu gevşek aşırı duyarlılık haliyle
hiçbir ilgisi yoktu. Olağanüstü bir umut etme yeteneğiydi bu. Benim başka hiçbir
insanda rastlamamış olduğum ve çok büyük olasılıkla bir daha da asla
rastlayamayacağım türden bir romantik hazır oluş. (1. Bölüm)
Kendisini konuya bu şekilde kaptırmış olmasında acınası bir
yan da bulunuyordu, eskisinden daha da şiddetli olan kibri artık ona yetmiyordu
sanki. (1. Bölüm)
Onun hakkında fısıldanan şeylerin aslında bu dünyada
fısıldanmaya değecek hiçbir şey bulamayanlardan gelmesi adamın gerçekten de
romantik varsayımlar ilham ettiğinin bir kanıtıydı. (3. Bölüm)
Anlayışla gülümsedi. Yo, anlayışlı olmaktan çok daha
fazlasıydı. Ömrünüz boyunca en fazla dört veya beş kez karşınıza çıkabilecek
sonsuz bir güven telkin eden, pek ender rastlanan gülümsemelerden biriydi.
Görülür dünyanın tamamıyla bir an için yüzleştikten (ya da yüzleşmiş göründükten)
sonra sizin lehinizdeki karşı konulamaz bir ön yargıyla bütün dikkatini
üzerinizde toplamıştı. Tam da anlaşılmak istediğiniz kadarıyla anlıyor,
kendinize inanmak istediğiniz şekilde inanıyor ve tam da vermek istediğiniz,
vermeyi umduğunuz izlenimi edindiğini söyleyerek size güvence veriyordu. (3.
Bölüm)
Büyük salon insanlarla doluydu. Sarı elbiseli kızlardan bir
tanesi piyano çalıyordu ve yanında duran ve ünlü bir koroda çalışan uzun boylu,
kızıl saçlı, genç bir hanım da şarkı söylüyordu. Hayli şampanya içmişti ve
şarkı söylerken de son derece yersiz bir biçimde her şeyin fazlasıyla hüzünlü
odluğuna karar vermiş olsa gerek ki yalnız şarkı söylemiyor bir yandan da
ağlıyordu. Her duraklamada, boşluğu, kesik, yürek burkan hıçkırıklarla
dolduruyor sonra da titreyen soprano sesiyle şarkıya kaldığı yerden devam
ediyordu. Gözyaşları yanaklarından aşağı yuvarlanıyordu. Ama özgürce değil
çünkü gözyaşları hayli koyu bir biçimde sürülmüş rimelli kirpiklerine temas
edince mürekkep rengini alıyor ve yollarının geri kalanına ağır ağır akan,
kapkara derecikler halinde devam ediyordu. Biri şarkıyı yüzündeki notalara göre
okuduğuna dair bir şaka yapınca, kadın, kollarını havaya kaldırdı, bir
sandalyeye çöktü ve derin, bol alkollü bir uykuya daldı. (3. Bölüm)
Dünyaya sergilediği o bıkkın, mağrur yüzü bir şeyler
gizlemekteydi. Çoğu yapmacıklık, başlarda olmasa bile sonunda bir şeyleri
saklamak içindir. (3. Bölüm)
Jordan Baker, içgüdüsel olarak zeki, açıkgöz erkeklerden
uzak dururdu ve şimdi görüyordum ki bunun nedeni kuralların çiğnenebilmesinin
imkânsız olduğunu düşünen insanların arasında kendini daha güvende hissediyor
oluşuydu. İflah olmaz bir düzenbazdı o. Üstünlüğü elinden kaçırmaya tahammül
edemezdi ve bu tahammülsüzlüğü dikkate alındığında, sanırım hem dünyaya karşı
takındığı o soğukkanlı ve küstah gülümsemeyi muhafaza edebilmek hem de o katı,
fütursuz bedeninin ihtiyaçlarını tatmin edebilmek için çok küçük yaşlarından
itibaren hileyle hurdayla uğraşmaya başlamıştı.
Bütün bunların hiçbir önemi yoktu benim için. Bir kadında
sahtekârlık, hiçbir zaman derinden bir suçlama yöneltebileceğiniz bir şey
değildir. (3. Bölüm)
Her insan, kendinde temel erdemlerden hiç değilse birinin
bulunduğunu düşünür. Benimki de şu: Tanıyıp tanıyabileceğin üç beş dürüst
insandan bir tanesiyim. (3. Bölüm)
Ki her genç kız, günün birinde kendisine bu biçimde
bakılmasını arzu eder. O anı, bana çok romantik geldiğinden o günden bu yana
unutmadım. (4. Bölüm)
Çok fazla içen insanların arasında hiç içki içmemek büyük
bir avantajdır. Diline hakim olabilirsin ve üstelik kendi bir takım küçük
aykırılıklarını rahatlıkla gizleyebilirsin çünkü etrafındaki herkes bunu
göremeyecek ya da görse de aldırış etmeyecek kadar kör kütüktür. Belki de aşk
meşk işlerine hiç bulaşmasaydı Daisy. Ama yine de ses tonundaki bir şeyler?..
(4. Bölüm)
<<Dünyada sadece kovalayanlarla kovalananlar, pes
edenlerle etmeyenler vardır.>> (4. Bölüm)
Sanırım, evinde bulunan her şeye onun o çok sevilen
gözlerinden aldığı tepki nispetinde yeniden değer biçiyordu. (5. Bölüm)
Gözle görülür bir biçimde iki evreden geçmişti ve şimdi bir
üçüncüsü giriyordu. Mahcubiyeti ve mantık dışı, taşkın neşesinin ardından
kadının karşısında bulunmanın şaşkınlığıyla tükenmişti. Öylesine uzun bir zaman
bu düşünceyle dolup taşmış, en küçük ayrıntısına dek kurduğu bu hayalin
gerçekleşmesini deyim yerindeyse dişlerini sıkıp öylesine akıl almaz bir azimle
beklemişti ki… (5. Bölüm)
Daisy, <<Şuna bak,>> diye fısıldadı, bir süre
sonra da ilave etti: <<Şu pembe bulutlardan bir tanesini yakalayabilmek ve
seni, onun içine hapsetmek sonra oradan oraya gezdirmek isterdim.>> (5.
Bölüm)
<<Bir şeyden eminim başka hiçbir şeyden olmadığım
kadar,
Zenginler servet, fakirler çocuk yapar,
Aynı anda,,
Kaşla göz arasında…>> (5. Bölüm)
Neredeyse beş yıl. Bu öğleden sonra dahi onca yıldır kurmuş
olduğu hayallere Daisy’nin erişemediği, yetersiz kaldığı anlar olmuştu mutlaka.
Fakat Daisy’nin suçu değildi bu, suç, adamın yanılsamasının muazzam
canlılığındaydı. Kadının da başka her şeyinde bir hayli ötesine geçmişti bu
yanılsama. Gatsby, kendini, ona yaratıcı bir tutkuyla kaptırmış, her geçen an
yeni bir şeyler ilave etmiş, onu kendi yoluna çıkan her parlak tüyle süsleyip
bezemişti. Bir erkeğin kalbinde sakladığı şeylerle hiçbir yangın veya yenilenme
meydan okuyamaz .(5. Bölüm)
Kadınları, erken yaşta tanımıştı ve kadınlar, onu
şımarttıkları için o da onları küçümsüyordu; genç bakireleri cehaletleri,
diğerlerini ise kendisinin bahşedilmiş saydığı çok kuvvetli öz kazanımlar
uğruna isterikleştikleri için. (6. Bölüm)
Daha önce uyum sağlamak için bütün güçlerini seferber
ettiğin bir şeye yeni, farklı gözlerle bakmak kesinlikle çok üzücü. (6. Bölüm)
<<Ama o anlamıyor,>> diye konuştu.
<<Eskiden olsa anlayabilirdi. Birlikte saatlerce oturup…>> (6. Bölüm)
<<Yerinde olsam ondan çok fazla şey
beklemezdim,>> dedim. <<Geçmişi yeniden yaşayamazsın.>>
İnanmazlıkla, <<Yaşayamaz mıyım?>> diye bağırdı.
Elbette yaşayabilirim.>>
Çılgınca etrafına bakındı, geçmiş bu evin gölgeleri
arasında, elini uzatsa tutabileceği bir yerde gizleniyor gibiydi sanki.
Başını kararlılıkla sallayarak, <<Her şeyi eskiden
olduğu haline geri getireceğim,>> dedi. <<Bunu o da
görecek.>> (6. Bölüm)
Yaşamı, o zamandan bugüne karışmış, altüst olmuştu fakat
belli bir başlangıç noktasına dönebilse ve her şeyi dikkatle, ağır ağır gözden
geçirse yitirmiş olduğu şeyin ne olduğunu bulabilecekti sanki. (6. Bölüm)
Bu sıcakta, kim öptüğü dudakları alev alev yanan, senin
kalbine dayadığı başı, pijamanın göğsünü nemden sırılsıklam yapan birini arzulayabilirdi
ki? (7. Bölüm)
Mrytle’in bir başka dünyası, onunkinden ayrı bir yaşamı
olduğunu keşfetmişti ve bu bilginin getirdiği şok da adamı fiziksel olarak
hasta etmişti. Önce ona, sonra da bir saatten daha az bir zaman önce benzeri
bir keşifte bulunan Tom’a baktım. Ve o anda anladım ki erkekler arasında zekâ
ya da ırksal yönden hiçbir farklılık yoktu ki hasta ile sağlıklı arasındaki
fark kadar derin olsun. (7. Bölüm)
Basit bir zihnin karışıklığı başka hiçbir karışıklığa
benzemez. (7. Bölüm)
Otuz yaş. Yalnızlığı, sayısı giderek azalan bekar
arkadaşları, hızla incelmekte olan bir heves torbasını, dökülen saçları vaat
eden yeni bir on yıllık süreç. (7. Bölüm)
Jay Gatsby olarak onu ne kadar muhteşem bir gelecek beklerse
beklesin şu anda hiçbir mazisi olmayan beş parasız bir delikanlıydı ve
sırtındaki üniformasının sağladığı görünmez zırh da her an omuzlarından kayıp
düşebilirdi. Bu yüzden en iyi şekilde değerlendirdi vaktini. Elinin
uzanabildiği her şeyi, amansızca ve ahlaksızca kaptı. Sonunda, sakin bir ekim
gecesi Daisy’i de kaptı. Kaptı çünkü onun elini bile tutmaya hakkının
olmadığını biliyordu.
Onu, sahte iddialarla elde ettiği için kendinden nefret
edebilirdi. Demek istediğim şey, ortaya hayali milyonlarını sürdüğü değil fakat
ona kasten bir güven duygusu aşılamış, kızın benzer sosyal sınıflara mensup
olduklarına, onun geçimini rahatlıkla temin edebileceğine inanmasına izin
vermişti. Böylesi bir yeterliliği yoktu aslında. Arkasında duran,
güvenebileceği, ona destek olabilecek bir ailesi bile olmadığı gibi kayıtsız
bir devlet dairesinin alacağı keyfi bir karar neticesinde dünya üzerinde
herhangi bir yere savrulabilirdi de. (8. Bölüm)
Birdenbire bütün tutkularından, hırslarından uzaklaşmış,
aşkta her geçen gün daha da derinlere gömülen biri olup çıkmıştım fakat buna
aldırış bile etmedim. Ona ileride yapacaklarımı anlatarak hoşça vakit
geçirirken büyük işler yapacağım diye uğraşmanın ne gereği vardı ki? (8. Bölüm)
Çünkü gençti Daisy ve yapay dünyası buram buram orkidelerin,
neşeli züppeliklerin, o yılın ritmini belirleyen ve yaşamın hüznünü ve manasını
yeni notalarla özetleyen orkestraların kokusundan oluşuyordu. (8. Bölüm)
Kentten ayrılırken sanki daha sıkı arasaymış onu
bulabilirmiş duygusu vardı içinde. Onu geride bırakıyormuş duygusu. (8. Bölüm)
Eğer bu tahminim doğruysa o tanıdık, ılık dünyayı
yitirdiğini, tek bir hayale saplanıp onunla gereğinden fazla uzun yaşamanın
bedelini hayli ağır ödediğini hissetmiş olmalı. Başını kaldırıp ürkütücü
yaprakların arasından kendisine hiç tanıdık gelmeyen göğe bakmış ve bir gülün
ne kadar acayip bir şey olduğunu, güneş ışığının binbir emekle yetiştirilmiş
çimlere nasıl da çiğ bir biçimde vurduğunu anlamış olmalı. Zavallı ruhların
hava yerine hayalleri soludukları ve gelişigüzel sürüklendikleri gerçek olmaktan
uzak fakat somut bir dünyaydı bu…. (8. Bölüm)
<<Bir insana karşı duyduğumuz dostluğu, o yaşarken
göstermeyi öğrenmeliyiz, öldükten sonra değil. Ondan sonra benim kuralım onları
rahat bırakmaktır.>> (9. Bölüm)
Onu affedebilmem ya da ondan hoşlanmam mümkün değildi
.Yapmış olduğu her şeyi tümüyle haklı gördüğünü anlıyordum. Nasıl bir
boşvermişlik ve sersemlikti bu. Kayıtsız, aldırışsız insanlardı bunlar, Tom ve
Daisy, canlı cansız her şeyi kırıp döküyor, sonra kendi servetlerine ya da
uçsuz bucaksız gamsızlıklarına ya da onları bir arada tutan şey her ne ise ona
çekiliyorlar ve sonra da bırakıyorlardı arkalarındaki enkazı başkaları
temizlesin…
Onunla tokalaştım; bunu yapmamak aptalca gelmişti çünkü
birdenbire sanki bir çocukla konuşuyormuş gibi hissetmiştim kendimi. Sonra
belki bir inci gerdanlık… Veya bir çift kol düğmesi almak üzere kuyumcu
dükkanına girdi. Ve benim gibi bir taşralının tiksintisinden sonsuza kadar
kurtulmuş oldu. (9. Bölüm)
Gatsby, o yeşil ışığa, her geçen yıl, bizden biraz daha
fazla uzaklaşan o uçarı geleceğe inanmıştı. O sırada gelecek elimizden kaçıp
gitti fakat önemi yok bunun. Yarın daha hızlı koşacak, kollarımızı daha
ilerilere uzatacağız. Ve güzel bir sabahta da… (9. Bölüm)
Bu resimin sebebi aşağıda... |
Kitaba dair notlarım: Orta düzeyde spoiler barındırır, kitabı bitirmeden okumanızı tavsiye etmem.
Yazıya, analizlere,
düşüncelerimi derin olarak ifade etmeye çok uzun yıllardır uzaktım, ben çizerek
ve susarak anlatan taraftaydım fakat bugün, bende pek çok his uyandıran bir
köpek için bu durumu değiştireceğim. Eckleburg’un gözünden değil, benim
gözümden ahlaki iflas toprağına bakmanızı ve neyi, niye çizdiğimi
anlamanızı istiyorum, olabildiğince basitleştirerek ve spoiler vermek
zorunda kalarak, kendi notlarımı da -anlayışınıza sığınarak- çok düzenlemeden
aktaracağım çünkü blogum, burası benim için bir tür kişisel alan ve resmiyetten
uzak durmaya çalışacağım. Eserin kendini açıklaması gerekirken bu notlarımı
paylaşarak muhtemelen çizimime de zarar veriyorum fakat buna –bu kez- ihtiyaç
olduğuna eminim.
Yazarlar ve sanatçılar, binlerce yıldır eserlerinde “köpek”
figürünü sadakatin sembolü olarak kullanıyor, bu nedenle Mrytle’in New York’ta
bir köpek satın almaya olan aşırı isteği hem ironik, hem dokunaklı bir anlam
taşıyor. Kedi, kuş ya da ördek değil, istediği sadık bir köpek.
Kısaca özetlemek gerekirse hem Mrytle hem Tom, başkalarıyla
evlenip onları aldatır. Tom köpeği satın aldıktan sonra satıcıya, “bu parayla
bu köpekten 10 tane alırsın” cümlesini kurmuştur. Bahsi geçen sahne Tom için
sadakatin ne kadar az bir değere sahip olduğunu göstermektedir.
Mrytle ise köpeği delicesine satın almak isterken onun
hakkında neredeyse hiçbir şey bilmez, ironik bir şekilde sadakat hakkında da
bildikleri de köpeklerden daha fazla değildir.
Daireye ulaştıklarında, hem Mrytle hem de Tom köpeği çabucak
unuturlar, -hiyerarşik bir kurum olan ve evliliğin gereği sayılan -fakat az
rastlanan- sadakati de unutmuşlardır-. Hiyerarşi sapasağlam durmakta, tam da bu
yüzden içten içe kokuşmaktadır. Öğleden sonra ve akşamları içerek, kavga ederek
ve akşamları seks yaparak günlerini geçirirler. Köpek önemsizleşmiş,
ilgilenilmeyen bir varlığa dönüşmüştür. O, artık evin yerlisi ve “yedek”
olanıdır.
Tom, Mrytle, Daisy, Jordan ya da Gatsby’nin partisine
katılmış olan insanlar Amerikan rüyasının yüzeysel materyalizm’ini temsil
ederler, Gatsby karakteri ise bu temsilin dışındadır. Tom’un okuduğu alıntılar
ile günümüz sosyal medya popülizmi ise, olağan şekilde eşleşir. Daisy’nin
dünyadan bıktığına ve her şeyin korkunçluğuna dair düşüncelerini Nick’in samimi
hissetmemesi ve sofistike bir şov olarak düşünmesi de Muhteşem Gatsby
karakterlerinin bulunduğu yapıya ve yapay konuma Fitzgerald’ın eleştirisi diye düşünüyorum.
Kitaba dair notlarımı paylaşırken size popüler Marksist
eleştirmenlerin atladığı Marx’ın fikirlerini parasal yöntemlerin çok daha
ötesine taşıyan Bourdieu’dan bahsetmem gerekir, ekonomik sermaye(finansal
zenginlik) ve kültürel sermaye(giyim tarzı, zevkler ve tavırları da içeren
kültürel zenginlik) benzeri birkaç çeşit sermaye tanımlayan Bourdieu’ya göre,
farklı sınıflardan insanlar farklı yetişmelere ve dolayısıyla farklı
alışkanlıklara göre hareket etme eğilimindeyken, aynı sınıfa ait olanlar
genellikle aynı tür deneyimlerle karşılaşıyor ve benzer alışkanlıklara sahip
oluyor. Kültürel tepkiler ve alışkanlık farklılıkları, Bourdieu için sınıf
ayrımını yaratan şeylerden bir kaçı.
Muhteşem Gatsby’de ise Fitzgerald üst sınıfın derinlik ve
anlam eksikliği ile dolu sığlığını göstermek konusunda adeta saplantılı
durumdadır ki Hem Daisy’nin kırılgan havasına, hem Tom’un midillisine, hem de
partilere gelen kalabalığa komünist açıdan bakmak istenirse Marx’ın değil,
Bourdieu’nun düşünceleri ile çok daha doğru analize ulaşılabilir, tabi ki
Wilson hakkında oluşacak fikirlere de öyle. Bu notu, kitaba dair okuduğum komünist/marksist eleştiriler çok
sığ kaldığı için ekleme zorunluluğu hissettim -eleştirilerin neredeyse tamamı
Marksist açıdandı- ancak komünistlerin atladığı nokta, Gatsby’nin hiyerarşi
karşıtlığına yeterli önemi vermeyip Eckleburg’u genellikle yükselen ticaretten
ibaret görüyor olmalarıdır, bu yüzden Marksist
kritizm ile Muhteşem Gatsby’nin anlaşılabileceğini zannetmiyorum, köpek
bile hatırlanmamışken. Yine de Tom Buchanan gibi ahlaki değeriyle değil maddi
değeriyle ölçülen insanlara Marksist kritizm yapılmak isteniyorsa, en doğru
adres Bourdieu'yu es geçmeden incelemek olacaktır.
Tüm bunların yanı sıra, Gatsby’nin yükselişinin diğer karakterlerin
aksine hiyerarşiye ve haliyle hiyerarşi içeren devlete, sisteme vs meydan
okuyarak olduğunu tekrar hatırlatmak gerekir ve Tom bunu açığa çıkardığında,
Gatsby geri dönüşü olmayan bir şekilde en büyük hayalini, yozlaşmış bir
hiyerarşik kurallar bütünü içinde kalanlara kaybeder.
Daisy, Tom’u ve sunabileceklerini gördüğünde ondan emin olup fakir
Gatsby’i terk ettiği gibi, zengin Gatsby’i gördüğünde de ondan da emin olmuş ve
Tom’u terk etme kararı almıştır fakat Gatsby’nin suçlu olabileceğini duyuşuyla
birlikte, aşk ve sevgi Daisy için değişir zira Daisy için güvenlik, basitçe
söylemek gerekirse(Daisy ve benzeri karakterlerin tamamı bu gerçeği
reddedecektir) kocaya eşdeğerdir ki, Daisy’nin dünyadan bıktığını söylediğinde
samimi hissettirmemesini burada bir kez daha hatırlamak gerekir. Daisy,
Gatsby’nin ona güven sağlayabileceğini gördüğünde Tom’dan boşanmayı düşünür,
daha öncesinde hayata karşı duyduğu “sözde kırılganlığına” karşın Tom’un ona
sağladıklarından güvenli bir liman bulmadan, doğasının gereği
vazgeçemeyecektir. Burada bir not bırakmam gerekir, biraz daha geçmişte, Daisy
Gatsby’e aşık olmuştu fakat bu durum ailesinin standartlarına uygun değildi,
Daisy açıkça toplumun kadınlara davranışlarının para şıkırtısıyla birleşmiş bir
ürünüdür. Bu geçmişteki gerçeği düşündüğümüzde Gatsby’nin Daisy ile nasıl
evleneceğini düşünebiliriz? Daisy güçsüzdür, acizdir, özgün hiçbir karar alamaz
– aldığını sanarken - ve erkeklerin tedavisine muhtaçtır, geçmişinden şimdisine
ve geleceğine her sahnede bu görülebilir. Daisy, büyürken toplum tarafından hayatını
belli bir ürün olarak yaşamaya programlanmıştır. Daisy için her şey koşulludur
ve güvenliğe bağlıdır, aşk bile. Böylesine karakterler her an, başkaları
tarafından basitçe yönlendirilebilir. Gatsby’nin baskısıyla Tom’u asla
sevmediğini söylediği ve sonra Tom’un baskısıyla Tom’u sevdiğini söylediği
sahneyi hatırlayın, Daisy’nin bu davranışları niye yaptığı son derece anlaşılır
fakat saygı duyulası değildir, tıpkı Abigail gibi. Yine de Daisy, Gatsby gibi
erkekler için tanıdık eski sıcak ve huzurlu dünyadır ve Daisy için haddinden
fazla bedel ödendiğini Gatsby kabul etseydi, yabancı ve hissiz bir dünyanın
içine mi düşecekti ya da alternatif bir anlam var mıydı? Bedelin değip
değmediğini bir an için olsun düşündüğünde bile, tüm dünya ona gri, renksiz, tadsız
gelmişti, güneş ve çiçekler bile. Bu fikrimi de biraz daha düşüneceğim.
Daisy, olan bir dizi -ciddi spoiler sayılacak- olaylar bütünü
sonrasında hiyerarşi içerisindeki güvenli ve yapay yerini
hiyerarşiye meydan okuyan/uyamayan ve bu yüzden terk ettiği -kötü adam- Gatsby
sayesinde devam ettirir, unutur ve kendisine dünyada en sadık olmuş olan insana
atılan iftirayı düzeltmeye ihtiyaç duymaz, bu durumun köpekle veya sistem ile
olan bağı pek çok insana alakasız gözükebilir, tabi Eckleburg’a ve ahlaki iflas
toprağının sahtekarlığına aynı anda bakmadığınız sürece.
Eckleburg, tabelasını Nick’in deyimiyle belki unutarak çekip gitmiştir
ve bölge iç karartıcıdır, kasvetlidir. Eckleburg’un olduğu sahne küller vadisi
ile başlar.
Öyle ki bu küller
evlerin, bacaların ve bacalardan tüten dumanın; en nihayetinde de akıl almaz bir
gayretle, tozlu havanın içinde zaten ufalanıp dağılacakmışçasına, belli
belirsiz gezinen insanların biçimini alır(topluluk, toplum, siyaset, kurallar,
hiyerarşi, sayısız yara, kapanmayan yara, iyileşmeyen yara). Ara sıra gri
renkte bir dizi kamyon, görünmez bir yol boyunca ağır ağır ilerler(sanayi,
sözde gelişmişlik, yenilik, teknoloji, popülizm, işbölümü, çok satanlar) ve
korkunç bir fren sesiyle durur(Mrytle&Wilson?), derken ellerinde kurşuni
küreklerle kül renginde insanlar beliriverir(devrim, alternatifler ve tekrar
Wilson, Gatsby ilişkisi ve Tom’un rolü?)… Eckleburg’un tekrar ortaya çıktığı
sahnenin, Nick’in Tom’un evli metresi Mrytle’la tanışması sırasında olması yine
basit bir tesadüf değildir. Eckleburg için Nick’in tasvirinde korku unsurları
ve bazen aşırı renkli ifadeler kullanmasına şaşmamak gerekiyor. Eckleburg bölüm
8’de ortaya çıktığında ise pano bir tür dikkat, uyarı anlamı taşır, tekrarlayan
sarı renk göndermesi ve yüksek otoriteye duyulan fakat sonu hiç iyi bitmeyen
güven vardır. Aldatma, ahlaksızlık, merhamet eksikliği, iki yüzlülük ve öfke.
Bu pano, her
karakter için farklı anlamları temsil etmektedir, Eckleburg’un temsilinin
ticaretin yükselişi, Tom gibi yozlaşmış insanların konumu ya da tüm Marksist
eleştiriler, kısmen haklı fakat çok eksiktir. Bir dindar ise muhtemelen Wilson
gibi düşünür, Wilson, Eckleburg için tanrının gözleri cümlesini kurmuş,
Eckleburg’un gidişini tanrının Amerika’yı terk etmesine bağlamıştır ki
komiktir, Eckleburg paraya ve başarıya dayalı açgözlü bir reklam panosudur ve
Wilson, sürü gibi dizilen fakir balık kılçıklarından sadece biridir. Dindar
değildir, bu durumda işçi Wilson için kapitalizm tanrı ile yer mi
değiştirmiştir?
Amerikan rüyasının
Gatsby’den beter çarptığı bir komunist ise, ticareti temsil etme ihtimali de
olan Eckleburg’un küller vadisine bakışını Gatsby için üretilen zenginlik ile
çoğu insanın umutlarının Küller vadisine gidişine dair göndermeler yapabilir.
Eckleburg, ahlaki değerlerin ya da sınıf farkının oluşturduğu sorunların
temsilinden çok daha fazlasıdır. Her şehrin, kasabanın, köyün bir Eckleburg’u
vardır. Her Buchanan’ın binlerce Wilson’u ve hemen her Wilson’un bir tanrısı
bulunur, hiyerarşi varolduğu sürece de bulunmaya devam edecektir.
Gerçek anlam arayışı
olaraksa, John Zerzan’ın düşünceleri, araştırmaları muhtemelen Muhteşem Gatsby
analizi yapılmak istenirse en doğru kaynak çünkü o, tüm karakterleri
antropolojik, sosyolojik ve psikolojik olarak irdeletecek bilgileri
verebilecektir. Zerzan’ın bildikleriyle Muhteşem Gatsby’e bakıldığında benim
için her şey çok daha anlaşılır duruyor, bu yüzden gerçek anlamı ve detayı
arıyorsanız John Zerzan doğru adres olacaktır, ben bu yazıyı analize
dönüştürmek istemediğim, notlarımla sınırlı tuttuğum için kapsamlı detaya
girmeyeceğim.
Muhteşem Gatsby’e sayısız kritik yapılmış, kitaplar
basılmış, web siteleri açılmış fakat sadece karakterler değil, okuyucular ya da
analistler de mevcut hiyerarşi içerisine sıkışmış, ideolojik kritikler
değişmiş, hiyerarşi şekil değiştirmiş ve bazen eleştirilmiş fakat kalmış. Bu
kitap hakkındaki analistlerin ve yazarların pencereleri dar, gözleri kara -ama
yanlış yöne ve yönden- bakıyor. Karakterler, hiyerarşi dışına çıkan Gatsby’i
nasıl unutmaya meyilli ise, okuyucu da köpeğe hikaye içerisinde çok az önem
biçiyor ya da hiç fark etmiyor, unutuyor. Bu unutuluşun ortak noktası olan vefa
ve sadakat gibi kavramlar hiyerarşinin delindiği nokta göz önüne alındığında
ironik bir komiklik ve çokça öfke taşıyor. Karanlıkta yürüdüğü varsayılan
Gatsby hayali uğruna kendisini harcamaktan çekinmezken, aydınlıkta duranlar
güvenli noktalarında gösterişli ışıkların altında çok parlak olarak kokuşuyor.
Gatsby, bu parlıklığın koruyucusu rolünü üstlenirken hayata ve kendisine sadık
oluyor ve gösterişli ışıkları yaratsa da, spotlar onu hiçbir zaman için gerçek
anlamda göstermiyor. Daisy, Gatsby’nin idealist mükemmelliğini ve sınırları
zorlayan tutkusunu haketmiş midir? Gatsby, hayallerindeki her şeyi tehlikeye
atan masum, umutlu bir genç olarak kalmayı başarmış gözüküyor fakat bunun olası
sonuçlarından emin değil. Geçmişi yeniden ele geçirmek imkansız, birinin
geleceğini değiştirmek çok zordur, Gatsby bunu bilmiyordu. Gatsby, Daisy’nin 5
yıl önce ki masum idealize edilmiş hali ile günümüzdeki gerçek karakteri
hakkında Nick ve belki de Tom kadar farkındalık sahibi değildi.
Partide kütüphanesindeki kitaplara şaşıran baykuş gözlü
adam, Gatsby için, “bu adam tam bir Belasco!” der. Belasco, 1853-1931 yılları
arasında yaşamış, devasa bir kütüphaneye sahip oyun yazarıdır. Gatsby’nin kitaplarınn kesilmemiş olması ve
bunu fark eden tek kişinin Baykuş Gözlü olması yine bir tesadüf değildir,
Gatsby, o kalabalıkta bulunan hiç kimsenin kitapları kontrol etmeyeceğine
emindir. Açılmamış, okunmamış olan bu kitapların Gatsby’nin hayatını temsil
etmesi yüksektir, bir diğer olasılık ise en dipten gelmiş olan Gatsby’nin iyi
eğitimli, Oxford’lu olduğuna inanmalarını istemiş olması olabilir ki, bu
durumda Baykuş Gözlü Adam, açılmayan kitapların dekoru kadar sahte olan
kalabalığın da sahteliğini keşfetmiş olur. Nick bile onu bir erkekten ziyade
bir çift göze indirger, bu sebeple onun bir gerçeklik sembolü olduğunu
düşünüyorum. Baykuş bilgedir ve ölümün simgesidir, araba kazasını Gatsby’nin
evinde geçiren adam arabadan indikten kısa bir süre sonra aracı başkasının
kullandığını açıklamıştır. Ayrıca o, cenazeye gitmiş olan tek konuktur.
Muhteşem Gatsby kitabında, tamamen iyi ya da tamamen kötü olan hiçbir karakter,
siyah ve beyaz yoktur.
Bunun yanı sıra, kitapta yeşil ışık bolca vardır, köpekten
farklı olarak saklanamayacak kadar bariz şekilde durur. Gatsby için yeşil
geçmişten geleceğe doğru parlar, sönmez, uzaklaştığında titrek, yaklaştığında
ise süreklidir. Nick’in ağzından yeşil ışıkla ilgili şu cümleler dökülür: “Bir an için onu kaçırmış olabilirdik, ama hiç önemli değildi,
yarın daha hızlı
koşacak, ellerimizi daha ileriye uzatacaktık…
Ve güzel bir sabah… Bizler
akıntıya karşı kürek çekip sularla boğuşurken aslında durmaksızın geriye, yani geçmişe doğru gitmiyor muyuz
zaten.”
Buradan
rahatlıkla yeşil ışıkların kaçan şimdiden, yaşanan asıl andan bahsettiğini ve
Gatsby için gelecek hayalinin geçmişteki Daisy rüyası olduğunu söyleyebiliriz(ayrıca kitapta bu anlamı daha keskin veren bir kaç paragraf mevcut).
Geçmiş, şehrin yaydığı mutsuzlukta doğrudan geleceği temsil etmektedir ki,
1910-1920’lerde yeşil ışık sisteminin şehirlere kurulmuş olması, geçmiş ve
gelecek açıklamasına alternatif olarak varolabilir.
John
Habberton 1889'da: "Büyük bir kent, büyük bir yaradır -asla tedavi
edilemeyen bir yara." Der. Aslında kentlerde
bağımlılık ve her türden duygusal huzursuzluk ve sayısız şiddet, aldatmaca ve
gerçeklikten uzaklaşma, problemlere alternatif olarak uyuşturan, bol içkili bir
eğlence anlayışı üretilmiştir. Bu bağlamda ışık, evcilleşmenin, teknolojinin,
iş bölümünün ve şehirleşmenin, teknolojinin sebep olduğu savaş, huzursuzluk,
kayıtsızlık(Daisy’nin yaptıklarını anımsayın) bağlılık, depresyon, takıntı,
yalnızlık duygusu, kentin doğayı yok etmesi gibi anlamlar ile de açıklanabilir,
savaş Gatsby’e Daisy’i kaybettirir. Savaşa sebep olan teknoloji, evcilleşme,
şehirleşme, tarım, sanayileşme gibi faktörlerdir(eğer bilmiyorsanız, dünya
üzerinde savaş tarım toplumları ile varolmuştur).
Gatsby’nin Daisy için bahçeyi
sistematik, tek düze bir yeşil haline getirişi de düşünüldüğünde yeşil ışığın
şehirleşmeyi, standartlaşmayı ve modernizmi temsil etme olasılığı hiçte uzak
değildir, akademisyenlerin iddia ettiğinin aksine sembol geçmiş ve gelecekten
ibaret olmayabilir. Hastaneler, okullar, işyerleri, apartmanlar, hapishaneler,
alışveriş merkezleri, havaalanları, bekleme salonları aynıdır, Daisy’nin sınıfındaki
insanların genelinin sistematik davranışları ve istekleri de.
Daisy, kontrol altında olmaktan hiçte
şikayetçi gözükmemektedir, Tom ve Gatsby doğayı kontrol altına
almaya/alabilmeye başladıkları andan itibaren Daisy’e sahip olabilirler. Cohen,
"toplumsal düzenin gelişimi ve bekası için" sembollerin
"zaruri" olduğunu ileri sürmüştür. Bu da, -azımsanmayacak miktardaki
pozitif kanıtın daha zorlayıcı şekilde gösterdiği gibi- sembollerin ortaya
çıkışından önce, onların varlığını gerektirecek bir düzensizlik halinin olmadığı
anlamına geliyor. Muhteşem Gatsby’nin tutarlılık içeren sembollerle ve
yozlaşmışlıkla dolu olması ve söylenen sözlerin, kullanılan dilin arkasında
sıkça başka anlamlar barındırması şaşırtıcı değildir. John Zerzan, bir
makalesinde dili bir sistem olarak kuran gramerdir;
bu durum, sembolik olanın, iktidara el koymak için sistemik hale dönüşmeye
mecbur olduğunu hatırlatıyor bize. İşte bu şekilde algılanan dünya
yapılandırılmış hale geldi; bu dünyanın bolluğu da işleme tabi tutulup
eksiltildi. Her dilin grameri bir deneyim kuramıdır, hatta bir ideolojidir. Kurallar
ve sınırlar koyar ve baktığımızda içinden her şeyi gördüğümüz, herkesin gözüne
uyan mercekler imal eder. Bir dil -konuşanın tercihi doğrultusunda değil-
gramer kurallarınca belirlenir: İnsan zihni genellikle gramer ya da sözdizimi
ile çalışan bir makine gibi görülüyor artık demiş, dil, en derin anlamıyla konformisttir; hatta nesnel
gerçeklik bile onun baskısına maruz kalır. Gerçek denilen şey tasfiye edilir,
çünkü bu gerçek, dilin sınırları tarafından biçimlendirilip kısıtlanır. Dilin
indirgeyici kuvveti altında unuttuğumuz bir şey var: anlam için hazır bulunan
sembollere ihtiyacımızın olmadığı gerçeği diye eklemiştir. Zerzan’ın iddiasına
göre, dilin ve hiyerarşinin ortaya çıkardığı sorunlar sembolik araçlar
tarafından tek bir gün bile çözüme kavuşturulmamıştır ve hiyerarşi, -bana göre-
dilden bağımsız düşünülemez.
Amerikan
rüyası liderleri savaş istemiş, Gatsby’de savaşmıştır. Semboller
(örneğin ulusal bayraklar ya da yeşil trafik ışığı) türümüze, hemcinslerimizi
insandan saymama izni vererek, sistematik türiçi katliamı mümkün kılmıştır.
Sembollerin sağdan sola savurduğu Gatsby, semboller olmadan var olamayacak
liderlerin emri ve kurdukları düzen için en büyük hayali olan Gatsby’i
kaybeder. Ne savaş, ne gerileme, ne de anlamsızlık, aldatma gibi duygular bir
gecede ortaya çıkmaz, Fitzgerald tüm bu sembolleri kullanırken yeşil ışıkla
şehirleşmeyi birleştirmemiş olma ihtimali var mıdır? Bence bu olasılık düşük. İlkel insanlar mevcut an
içinde yaşarlar, tıpkı bizlerin de eğlenirken mevcut anda yaşaması gibi.
Onların, herhangi bir yeşil ışığı yoktur ve Fitzgerald’ın bunu atlamış olma
ihtimali azdır. Uygarlık, Gatsby’e kaybettirirken Sahlins belagatli şöyle demişti: "Dünyanın en
ilkel insanları sadece birkaç şeye sahiptir, ama yoksul değildir. Yoksulluk ne
malın mülkün az oluşu, ne de sadece amaçlarla araçlar arasındaki bir ilişkidir;
yoksulluk her şeyden önce insanlar
arasındaki bir ilişki biçimidir.
Toplumsal bir statüdür. Ve bu haliyle de, uygarlığın bir icadıdır."
Daisy
için yapay kentin sahte toplumsal statüsü, samimiyetsizce reddetse de neredeyse
her şeydir.
Yeşil
rengi geçmek gerekirse, Fitzgerald aynı zamanda sarı renge de çok ciddi şekilde
kitabında takıntılıdır. Eğer kitabın yazıldığı tarihte piyasada bulunan
dolarları incelerseniz, sarı rengin yoğunlukta olduğunu görebilirsiniz.
Jordan’ın kol rengi ve omzu altın ile tasvir edilir, ten gerçektir. İdealleştirilmiş Daisy için
altın kız denir ve ilk buluşmalarında Gatsby, altın rengi bir kravat takar,
Sarı, altından daha farklıdır çünkü altının sahtesi, sarı
ile yapılır. Altın kız Daizy’nin çekici sesi için Gatsby, “para şıkırtısı gibi” tasvirini
kullanır. Gatsby’nin sahteliklerle dolu partisinde sarı kokteyl müziği ve altın
tenli Jordan kadar çekici olmayan ikiz sarı elbiseli kızları görürüz. Ayrıca
sarı, Gatsby’nin arabasının rengidir, bu araba New York’taki yüksek topluma
girme arzusunun sembolü ve başarısızlığıdır. Ve eğer kitaptaki renklere dair
tüm bu söylediklerim yeterli olmazsa, Eckleburg’un Amerika’daki topraklara
bakan gözlükleri sarıdır.
Romanda
daha nadir geçen beyaz renk, bilinen anlamlarıyla masumiyet ve kadınlıktır,
belki de söylemesi basit geldiği için bu kadar sık kullanılır. Daisy evlenmeden
önce arabası beyazdır, kıyafetleri, evin odaları, ve sıfatların yaklaşık yarısı
(beyaz boynu, beyaz bir sarayın tepesinde vs) beyaz tarif edilmiştir. Tam bu
satırları yazarken baktığım eleştirmenler romandaki beyazı masumiyet olarak
nitelemiş fakat, Daisy’i masum olarak tanımlamak çok zor, romanın sonunda
açıkça bencil, dikkatsiz, karaktersiz ve yıkıcı olarak tanımlanıyor. Tüm bunlar
olurken Catherine’in suratını bembeyaz yapan pudrasını unutmamak gerek. Öyleyse,
şeytan’ın bile bir zamanlar melek olduğu bu dünyada, Daisy masum başlayıp
sonradan mı değişerek düşmüş yoksa masum bir yan hiç var olmamış mıdır?
Daisy’nin Tom’da kalma kararının masumiyet ile ilgisi var mıdır? Bunu düşünmeye
devam edeceğim. Düşünmeye devam ettiğim bir diğer konu ise, anlatıcı olan
Nick’in diğer karakterlere ne kadar görünmez ve önyargısız olduğudur, onun
yorumlarına ne kadar güvenebiliriz? Hiçbir karakter, anlatıcı dahil tamamen
masum değildir.
Yine
dikkatli bakarsanız, Gatsby’nin tüm romantik yanılsamalarının tasvirinde mavi
renk kullanılmıştır. Öyle ki, bahçesindeki çimler bile mavidir. Varoluşunun
kıvılcımı da, ona mavi palto alan Cody tarafından başlamıştır. Mavi, kitapta
açıkça birer illüzyon ve yanılsamayı tasvir eder, tıpkı Eckleburg’un masmavi
gözleri gibi.
Renklerle
daha çok haşır neşir olup sizi sıkmadan önce, Gatsby’nin havuza girişinde
külden griye doğru sürüklenişini de anımsatmak gerekir, Gri renk, kitabın
tamamında cansızlık figürü olarak kullanılmış, renkler tanım noktasında anlamlarından
sapmamıştır. Kitaptaki her renk, belirli bir sembolü anlatır. Bu kitaptaki
hiçbir şey, rastgele değildir.
Köpeğin bulunduğu ve ikiyüzlülüğü kitaba aktarmama ilham
vermiş olan bu düşünceler, Muhteşem Gatsby içerisinde ilk ana mesajlardan birini
taşır ve köpek kitapta Eckleburg ile beraber her noktanın gizli kahramanıdır.
Karakterler, gerçek değerlerle olan temasını kokuşmuş bir hiyerarşinin
getirileri ve götürüleri içinde kalarak kaybetmiştir ve sadakatin yerini alan
geçici hazların unutturduklarının sembolü, okuyucuların da fark etmediği,
yüzeysel yaşamın karşısında durmakta olan bir köpektir. Okuyucuların ve
eleştirmenlerin sadık olan köpeği, karakterlerin ise aşık olan kural dışı
Gatsby karakterini unutması tesadüf eseri oluşmamıştır, Gatsby’nin 1920’lerin
muhafazakarlığına meydan okuyuşunun tesadüf olmayışı gibi. Notlarımı
olabildiğince sadeleştirerek size aktardım, göz attığım analizlerin tamamı
harika alt metinler var deyip bunları anlamıyor ya da anlatamıyor, aşk hikayesi
odaklı görüyor ya da saçma denebilecek çıkarımlar yapıyordu. Sanıyorum şimdi
kitabın içine aktardığım çizimim daha çok şey ifade edebilir. Bu mini yazımı
analiz olarak değil, köpeğin kitaptaki yerine dair basit, düzeltmeye üşendiğim
notlarım olarak algılarsanız daha doğru olur. 4 yıl aradan sonra yazıp sizinle
de paylaşmış oldum, İngilizce yerine Türkçe yazmak açıkçası benim için zorlayıcı, anlam bozulmaları için üzgünüm.
Sevgiler. - AnokVa
Anokva..
YanıtlaSilAçıkçası daha önce bu tarz çizimler yapan birisiyle karşılaşmamıştım hiç. O nedenle yerin bende hep ayrı.. En merak ettiğim nokta da şu; acaba bu noktaya gelebilmek için neler yaptın ya da bu kadar yaratıcı şeyler çizebilmek için neler yaşadın?
..
Umarım bir gün sadece bizler değil, tüm Dünya seni tanır.
Sevgilerle..
Unknown