26 Eylül 2019 Perşembe

Franz Kafka - Ceza Sömürgesi & Hüküm

franz kafka hüküm çizim
instagram.com/anokvaburada
Gezginin soracak çeşitli soruları vardı ama adamın halini görünce sadece, “Kararın ne olduğunu biliyor mu?” diye sordu. “Hayır,” dedi subay ve açıklamalarına devam etmek istedi ama gezgin subayın sözünü kesip, “Nasıl yani, kendisi hakkında verilen karardan haberi yok mu?” diye sordu. Subay tekrar, “Hayır,” dedi; sanki gezginden sorusunu biraz daha gerekçelendirmesini beklermiş gibi bir an duraksadı ve sonra devam etti: “Kararı ona bildirmenin bir yararı olmazdı. Nasıl olsa bedeninin üzerinde öğrenecek bunu.” Gezgin susmaya niyetliydi, tam o sırada mahkûmun bakışlarını üzerinde hissetti; adam sanki, ‘bu olup bitenleri tasvip ediyor musunuz?’ diye sorar gibiydi. Gezgin bunun üzerine arkasına yaslandığı sandalyede doğrularak: “Ama hiç olmazsa, mahkûm edildiğini biliyor, değil mi?” diye sordu. “Yoo, onu da bilmiyor,” dedi subay ve gezginden birkaç tuhaf açıklama bekler gibi ona bakıp gülümsedi. “Demek bilmiyor!” dedi gezgin alnını ovuşturarak. “Öyleyse bu adam savunmasının nasıl karşılandığından da hâlâ habersiz?” “Kendisini savunma fırsatı olmadı ki,” dedi subay; kendisi için olağan sayılan şeylerden söz ederken, gezginin bunları bilmediği için utanmasını önlemek istercesine yan tarafa baktı. “Ama kendini savunma fırsatı olmalıydı,” dedi gezgin ve oturduğu sandalyeden kalktı. (sf. 32-33)

Gezgin düşündü: Başkalarının işine, sonucu değiştirecek biçimde müdahale etmek her zaman sakıncalıdır. O ne ceza sömürgesinin ne de sömürgenin bağlı olduğu devletin vatandaşıydı. Şimdi infaz hakkındaki düşüncelerini söylese ve hatta infazı engellemeye kalkışsa, ‘sen yabancısın, kes sesini!’ diyebilirlerdi. Buna söyleyecek bir sözü olamazdı, en fazla, kendisinin de kendi davranışına bir anlam veremediğini, çünkü sadece görmek için gezdiğini, yoksa amacının hiçbir şekilde yabancı mahkemelerin yasalarını değiştirmek olmadığını söyleyebilirdi. Gelgelelim, buradaki durum çok kışkırtıcıydı. Bu muhakeme usulündeki adaletsizlik ve infazın gayri insaniliği su götürmez cinstendi. Hiç kimse, onun bu işte bir çıkarı olduğunu iddia edemezdi, çünkü mahkûm onun ne tanıdığıydı ne hemşerisi ve ayrıca mahkûm, insanda hiç de acıma duygusu uyandıran bir adam değildi… (sf. 41)

Hüküm

Bu arkadaşının, evdeki hayatının gidişatından duyduğu hoşnutsuzluk yüzünden yıllar önce Rusya’ya nasıl kaçar gibi gittiğini düşünüyordu. Sonunda Petersburg’da, önceleri çok iyi tutan, ama gittikçe seyrekleşen ziyaretleri sırasında durmadan yakınarak belirttiği gibi, uzun zamandan beri tavsamış görünen bir dükkân işletiyordu. Yabancı bir dünyada boş yere tüketiyordu kendini; sarı rengiyle ilerlemekte olan bir hastalığa işaret eden, çocukluk yıllarından bu yana tanıdığı yüzünü o tuhaf sakal zor gizliyordu. Anlattığına göre ne hemşerileriyle ne de oranın yerlisi olan ailelerle kayda değer bir ilişkisi vardı; sonunda hayatını bekârlığın gereklerine göre düzenlemişti. Yolunu kaybettiği açıkça belli olan, insanın en fazla acıyabileceği ama yardım edemeyeceği böyle bir adama ne yazılabilirdi ki? Ona, evine geri dönmesi, var olma çabasını bu tarafa aktarması, bütün o eski dostluk ilişkilerini yeniden kurması –ki bunun için herhangi bir engel yoktu– arkadaşlarının yardımına güvenmesi mi söylenmeliydi? Fakat böyle yapmak aynı zamanda ona, koruyuculuğu arttıkça kırıcılığı da artan bir şekilde, şimdiye kadar gösterdiği bütün çabaların boşa olduğunu ve artık akıntıya kürek çekmekten vazgeçmesini, geri dönüp, kesin dönüş yapmış biri olarak herkesi kendisine hayretten açılmış gözlerle baktırması gerektiğini; sadece arkadaşlarının bir şeyler becerebildiğini ve baba evinden ayrılmamış bütün başarılı arkadaşlarının tuttuğu yolu tutması gereken, büyümemiş bir çocuk olduğunu söylemek anlamına da gelirdi. Peki, ona reva görülecek bütün bu eziyetler bir işe yarayacak mıydı? Belki de bir daha eve bile getirilemeyecekti; ülkesindeki ilişkileri artık anlamadığını kendisi de söylemişti zaten; ve bu akıl hocalıklarından bezgin, dostlarından biraz daha uzaklaşmış olarak, bütün bu çabalara rağmen kendine yabancı olan o yerde kalma olasılığı vardı. Peki öğütlere gerçekten kulak verip de, sonuçta kendi ülkesinde –kasten değilse de koşulların zorlamasıyla– ezilecek, ne arkadaşlarıyla ne de onlarsız bir çıkar yol bulamayacak, utanç duyacak ve asıl o zaman gerçekten de yersiz yurtsuz ve arkadaşsız kalacaksa, şu anda olduğu gibi o yabancı ülkede kalması, onun için daha iyi olmaz mıydı? Bu koşullar altında, onun burada sahiden tutunabileceğini düşünmek mümkün müydü? (sf. 77-78)

Beni yanlış anlama, aslında herhalde gelirdi, en azından ben öyle sanıyorum; ancak kendini mecbur edilmiş hissedip incinecektir, belki beni kıskanacak, ancak bu memnuniyetsizliğini bertaraf etmeyi hiçbir zaman başaramayıp sonunda gene tek başına geri dönecektir. Tek başına! Bu nasıl bir şeydir, anlayabilir misin?” “Peki, evliliğimizi başka bir şekilde öğrenemez mi?” “Buna engel olamam, ama onun yaşantı tarzına bakılırsa, bu pek mümkün değil.” (sf. 80)

Bordo Siyah analizinden parçalar:
Kafka “kolonisinin” içinde olmak, oralı olmak anlamına pek gelmez. Çünkü koloninin kurucusu da biraz kaybolmuş gibidir orada. Yolu oraya düşeni bölük pörçük, ilintileri zor kurulur “bilgilendirmelerle” dolaştırıp durur Kafka metinlerinin içinde. (sf. 11-12)

Birer “yap boz”dur bu metinler... Sonsuza kadar bozup kurabileceğiniz sayısız ayrıntı dağarcığı... Okuyana hep bir ‘orta’ arama, bir merkez kurma ihtiyacı hissettiren elektronlar gibidir bu metinlerin cümleleri; hepsi eşdeğerli, hepsi kendi merkezinin ekseninde dönen kodlar gibidirler. Onları bir merkez etrafında toplamak imkânsızdır sanki...Tebessüm, şaşkınlık ve yenilgi duygusu arasında gidip gelirken, anlamasak bile anlama serüveninin bir parçası olmanın mutluluğunu yaşarız. Gerçekten de Kafka okurunu birleştiren ortak nokta, bir Kafka okuru cemaati kurabilen etmen budur: Orada herkes “anlamaya çalışan”dır; anlamaya çalışmanın zevkini, edebiyatın bu modernist boyutunu bütün hazzıyla yaşayandır. İşin tuhafı, az sonra olacağı gibi, okur bu metinleri okumaya başladığında, ona hiç de karmaşıkmış gibi gelmez bunlar... Tersine, açık seçik, düz metinler gibi görünürler... Tam da okurun, hiçbir şey anlamasına gerek bırakmayan, neyi anlamadığını bile anlamadan rahatlıkla okuduğu metinlerdir. Ne var ki çok sürmez bu yanıltıcı algı; çeviriden gelmesi muhtemel handikapları bir yana bırakacak olsak bile, her bir cümlenin, ya da kod-biriminin kızağında, Dickens’ın ünlü “Bir Noel Şarkısı”ndaki gibi, hayaletlerin eteklerine tutunup isli, puslu ve de ağırlaştıkça ağırlaşan aysız bir gecede kaymaya başlarız. Romanlarındaki başkişi ya da kişiler, onları gittikçe saran ve bu kişiler bağlamında içine girildikçe anlaşılmazlaşan olaylar, bu yolculukta onlara yaklaştıkça bizden uzaklaşırlar. Kafka’nın öykülerinde ise, durum biraz farklıdır; öykü yapısının sadeliği, kişilerin azlığı, bir ya da iki olayın seçilip yoğunlaştırılmış olması, zaman zaman bu boşlukta süzülüş sırasında ayağımızı bir dama, bir baca kapağına olsun basmamıza fırsat verir... Ta ki, biz yeniden kayana, ayağımızın altındaki zemini yitirene kadar… (sf. 12-13)

Zaman, “yasanın önünde” bekleyen taşralı adamı yaşlandırır, ama kapıda bekleyen bekçide en ufak bir değişiklikten söz edilmez... Kafka’da, taşralı adamı kuşatan bir durumdur zaman; gerektiğinde getirdiği sonuçlar vardır (ilginin azalması, taşralı adamın yaşlanması, Hüküm’de babanın ağzında diş kalmaması), ama kendisi yoktur... Pazar günü öğle öncesi, bir ilkbahar, o gün öğleden sonra, çok sonraları, yıllar sonra gibi ifadeler, hemen hep zamanın süreçleri içinden kopartılmış durumlara işaret ederler. Bu nedenle olacak, sonsuz bir zamana yayılmış gibidir Kafka anlatıları. Zaman iyice genleşip “süreç”olma özelliğini yitirmiştir. Belki şöyle de söylenebilir: Kafka figürleri (kişileri) aynı durumda (anda) farklı zaman düzlemlerinde yaşadıkları için (de), ortaya hayaletimsi bir dünya çıkmaktadır.

Notlarım: Kafka'nın yayınlanmış tüm eserlerini okuduktan sonra muhtemelen Ceza Sömürgesi ve Hüküm üzerine uzun, detaylı bir analiz yazacağım(şimdiden aklımdakiler ortalama 20 sayfa tutuyor) ancak şuan bunun için doğru zaman olmadığını biliyorum, bunun yanı sıra kitabı anlatan yeterli bir Türkçe yazı görmediğimi söyleyebilirim. Henüz Kafka'nın diğer kitaplarını da edinebilmiş değilim, bunun için uğraşacağım. Sevgiler! 

1 yorum:

  1. ceza sömürgesi çok karmaşık ve çok güzel bir kitapti

    YanıtlaSil