instagram.com/anokvaburada |
Gezgin düşündü: Başkalarının işine, sonucu
değiştirecek biçimde müdahale etmek her zaman sakıncalıdır. O ne ceza sömürgesinin
ne de sömürgenin bağlı olduğu devletin vatandaşıydı. Şimdi infaz hakkındaki
düşüncelerini söylese ve hatta infazı engellemeye kalkışsa, ‘sen yabancısın,
kes sesini!’ diyebilirlerdi. Buna söyleyecek bir sözü olamazdı, en fazla,
kendisinin de kendi davranışına bir anlam veremediğini, çünkü sadece görmek için
gezdiğini, yoksa amacının hiçbir şekilde yabancı mahkemelerin yasalarını
değiştirmek olmadığını söyleyebilirdi. Gelgelelim, buradaki durum çok
kışkırtıcıydı. Bu muhakeme usulündeki adaletsizlik ve infazın gayri insaniliği
su götürmez cinstendi. Hiç kimse, onun bu işte bir çıkarı olduğunu iddia
edemezdi, çünkü mahkûm onun ne tanıdığıydı ne hemşerisi ve ayrıca mahkûm,
insanda hiç de acıma duygusu uyandıran bir adam değildi… (sf. 41)
Hüküm
Bu
arkadaşının, evdeki
hayatının gidişatından duyduğu hoşnutsuzluk yüzünden yıllar önce Rusya’ya nasıl kaçar gibi gittiğini
düşünüyordu. Sonunda Petersburg’da, önceleri
çok iyi tutan, ama gittikçe seyrekleşen ziyaretleri sırasında durmadan
yakınarak belirttiği gibi,
uzun zamandan beri tavsamış görünen bir dükkân işletiyordu. Yabancı bir dünyada boş yere tüketiyordu kendini; sarı
rengiyle ilerlemekte olan bir hastalığa işaret eden, çocukluk yıllarından bu yana tanıdığı
yüzünü o tuhaf sakal zor gizliyordu. Anlattığına
göre ne hemşerileriyle ne de oranın yerlisi olan ailelerle kayda değer bir
ilişkisi vardı; sonunda
hayatını bekârlığın gereklerine göre düzenlemişti. Yolunu kaybettiği açıkça belli olan,
insanın en fazla acıyabileceği ama yardım
edemeyeceği böyle bir adama ne yazılabilirdi ki? Ona, evine geri dönmesi, var olma çabasını bu tarafa aktarması, bütün o eski
dostluk ilişkilerini yeniden kurması –ki bunun
için herhangi bir engel yoktu– arkadaşlarının yardımına güvenmesi mi
söylenmeliydi? Fakat böyle
yapmak aynı zamanda ona, koruyuculuğu arttıkça kırıcılığı da artan bir şekilde, şimdiye kadar gösterdiği bütün
çabaların boşa olduğunu ve artık akıntıya kürek
çekmekten vazgeçmesini, geri dönüp, kesin dönüş yapmış biri olarak herkesi
kendisine hayretten açılmış
gözlerle baktırması gerektiğini; sadece arkadaşlarının bir şeyler becerebildiğini ve baba evinden ayrılmamış
bütün başarılı arkadaşlarının tuttuğu yolu
tutması gereken, büyümemiş bir çocuk olduğunu söylemek anlamına da gelirdi.
Peki, ona reva görülecek bütün
bu eziyetler bir işe yarayacak mıydı? Belki de bir daha eve bile getirilemeyecekti; ülkesindeki ilişkileri
artık anlamadığını kendisi de söylemişti zaten; ve bu akıl hocalıklarından bezgin,
dostlarından biraz daha uzaklaşmış olarak, bütün bu çabalara rağmen kendine yabancı olan o
yerde kalma olasılığı vardı. Peki öğütlere
gerçekten kulak verip de, sonuçta kendi ülkesinde –kasten değilse de koşulların zorlamasıyla– ezilecek, ne arkadaşlarıyla
ne de onlarsız bir çıkar yol bulamayacak, utanç
duyacak ve asıl o zaman gerçekten de yersiz yurtsuz ve arkadaşsız kalacaksa, şu
anda olduğu gibi o yabancı
ülkede kalması, onun için daha iyi olmaz mıydı? Bu koşullar altında, onun burada sahiden
tutunabileceğini düşünmek mümkün müydü? (sf. 77-78)
Beni
yanlış anlama, aslında herhalde gelirdi, en azından ben öyle sanıyorum; ancak kendini
mecbur edilmiş hissedip incinecektir, belki
beni kıskanacak, ancak bu memnuniyetsizliğini bertaraf etmeyi hiçbir zaman
başaramayıp sonunda gene
tek başına geri dönecektir. Tek başına! Bu nasıl bir şeydir, anlayabilir misin?” “Peki, evliliğimizi başka bir
şekilde öğrenemez mi?” “Buna engel olamam, ama
onun yaşantı tarzına bakılırsa, bu pek mümkün değil.” (sf. 80)
Bordo Siyah analizinden parçalar:
Kafka “kolonisinin” içinde olmak, oralı olmak anlamına pek
gelmez. Çünkü koloninin kurucusu da biraz kaybolmuş gibidir orada. Yolu oraya
düşeni bölük pörçük, ilintileri zor kurulur “bilgilendirmelerle” dolaştırıp
durur Kafka metinlerinin içinde. (sf. 11-12)
Birer “yap boz”dur bu metinler... Sonsuza kadar
bozup kurabileceğiniz sayısız ayrıntı dağarcığı... Okuyana hep bir ‘orta’
arama, bir merkez kurma ihtiyacı hissettiren elektronlar gibidir bu metinlerin
cümleleri; hepsi eşdeğerli, hepsi kendi merkezinin ekseninde dönen kodlar
gibidirler. Onları bir merkez etrafında toplamak imkânsızdır sanki...Tebessüm,
şaşkınlık ve yenilgi duygusu arasında gidip gelirken, anlamasak bile anlama serüveninin
bir parçası olmanın mutluluğunu yaşarız. Gerçekten de Kafka okurunu birleştiren
ortak nokta, bir Kafka okuru cemaati kurabilen etmen budur: Orada herkes “anlamaya çalışan”dır;
anlamaya çalışmanın zevkini, edebiyatın bu modernist boyutunu bütün hazzıyla
yaşayandır. İşin tuhafı, az sonra olacağı gibi, okur bu metinleri okumaya başladığında,
ona hiç de karmaşıkmış gibi gelmez bunlar... Tersine, açık seçik, düz metinler
gibi görünürler... Tam da okurun, hiçbir şey anlamasına gerek bırakmayan, neyi anlamadığını
bile anlamadan rahatlıkla okuduğu metinlerdir. Ne var ki çok sürmez bu yanıltıcı
algı; çeviriden gelmesi muhtemel handikapları bir yana bırakacak olsak bile,
her bir cümlenin, ya da kod-biriminin kızağında, Dickens’ın ünlü “Bir Noel Şarkısı”ndaki
gibi, hayaletlerin eteklerine tutunup isli, puslu ve de ağırlaştıkça ağırlaşan
aysız bir gecede kaymaya başlarız. Romanlarındaki başkişi ya da kişiler, onları
gittikçe saran ve bu kişiler bağlamında içine girildikçe anlaşılmazlaşan
olaylar, bu yolculukta onlara yaklaştıkça bizden uzaklaşırlar. Kafka’nın
öykülerinde ise, durum biraz farklıdır; öykü yapısının sadeliği, kişilerin
azlığı, bir ya da iki olayın seçilip yoğunlaştırılmış olması, zaman zaman bu
boşlukta süzülüş sırasında ayağımızı bir dama, bir baca kapağına olsun
basmamıza fırsat verir... Ta ki, biz yeniden kayana, ayağımızın altındaki
zemini yitirene kadar… (sf. 12-13)
Zaman, “yasanın
önünde” bekleyen taşralı adamı yaşlandırır, ama kapıda bekleyen bekçide en ufak bir değişiklikten söz
edilmez... Kafka’da, taşralı adamı kuşatan bir
durumdur zaman; gerektiğinde getirdiği sonuçlar vardır (ilginin azalması,
taşralı adamın yaşlanması,
Hüküm’de babanın ağzında diş kalmaması), ama kendisi yoktur... Pazar günü öğle öncesi, bir ilkbahar, o gün öğleden
sonra, çok sonraları, yıllar sonra gibi ifadeler,
hemen hep zamanın süreçleri içinden kopartılmış durumlara işaret ederler. Bu
nedenle olacak, sonsuz bir
zamana yayılmış gibidir Kafka anlatıları. Zaman iyice genleşip “süreç”olma özelliğini yitirmiştir. Belki şöyle de
söylenebilir: Kafka figürleri (kişileri) aynı
durumda (anda) farklı zaman düzlemlerinde yaşadıkları için (de), ortaya
hayaletimsi bir dünya
çıkmaktadır.
Notlarım: Kafka'nın yayınlanmış tüm eserlerini okuduktan sonra muhtemelen Ceza Sömürgesi ve Hüküm üzerine uzun, detaylı bir analiz yazacağım(şimdiden aklımdakiler ortalama 20 sayfa tutuyor) ancak şuan bunun için doğru zaman olmadığını biliyorum, bunun yanı sıra kitabı anlatan yeterli bir Türkçe yazı görmediğimi söyleyebilirim. Henüz Kafka'nın diğer kitaplarını da edinebilmiş değilim, bunun için uğraşacağım. Sevgiler!
ceza sömürgesi çok karmaşık ve çok güzel bir kitapti
YanıtlaSil