Oturduğum cafede MFÖ’den “Bodrum Bodrum” çalıyor, Bodrum’da, hafta içi sadece yerlilere hitap eden bu mekanda şarkının zamanlamasını epey anlamsız buluyorum, buradaki insanların hemen hepsi Bodrum’dan bir şekilde şamar yemiş gençler ya da bir şeyler hakkında huysuzlanan emekli insanlar. Hiçbiri şarkıya eşlik etmeye gerek duymuyor, benim dışımda. Nasıl anlatsam, nereden başlasam diye mırıldanıyorum. Yeni elime geçen kitabımı açıp ilk paragrafını okumaya başlıyorum. Henüz ilk paragrafın son cümlesinde şöyle yazıyor;
“Aklıma MFÖ’nün unutulmaz şarkısı “Bodrum Bodrum”
geliyor, “Nasıl anlatsam, nereden başlasam” sözleriyle aklımda ve ruhumda yer
eden şarkı. (sf.10)
Şarkının zamanlamasını anlamsız buluşum, elimdeki kitabın MFÖ
göndermesi ve Mahfel Cafe’de Bodrum Bodrum çalmasının aynı dakikaya denk
gelmesiyle değişiyor, içinde bulunduğum anın gizli anlamını bulmuşum gibi bunu
bir sembol olarak görüyorum. Evime geçmeliyim, böylece daha çok dikkatimi
verebilirim.
Bu hoş tesadüfü sembol olarak görüşümün sebebi 16 yaşımda
saklı; henüz lise 2. sınıftayken annem market alışverişinden döndüğü sırada Kaldırım
Takıntısı kitabını da getirmişti ve bilgisayarıma erişimim olmayan bir günde bu
romanı bitirip okuma alışkanlığımı kazanmıştım. Daha sonra Şibumi, 1984 gibi
kitaplarla tanışıp 17 yaşımda dinimi ve siyasi görüşümü değiştirirken; 22 yaşıma
geldiğimde 3 yıl sürecek bir antropoloji çalışmasına odaklanacağımı genç bir
toyken tahmin dahi edemezdim. Bazı girişimler belki de beklenenden bile daha ciddi bir değişime
sebep oluyordu, acaba yazar, yazarlığa dair bir girişim yapıp Kaldırım
Takıntısı’nı yazarken bir gencin hayatını bu kadar değiştirecek bir yolda
sağlam, sarsılmaz bir temel atacağının farkında mıydı? Okuma alışkanlığı
kazandığım o günün üzerinden 11 yıl geçti, şimdi aynı yazara ait elimde bir
kitap var ve bu kez hangi maceraya çıkacağım konusunda en ufak fikrim yok, tüm
bildiğim bir yazarlık girişiminin hayatımı çok ciddi şekilde değiştirdiği ve bu
değişim; Güney Afrika'da kanat çırpan kelebeğin, Kuzey Amerika'da yarattığı
kasırgaya benziyor fakat bu kez, kasırga benim zihnim.
Peki hangi yazardı bu hoş tesadüfe
sebep olan ve beni kitaplarla tanıştıran? Mizah
ve ironi dolu eleştirel kalemiyle rahatsız etmekten çekinmeyen Ali Sefünç ve
önümde bir günde bitireceğimden emin olduğum yeni kitabı; “Yemin Ederim Bunu
Ben De Düşünmüştüm”
Yemin Ederim Bunu Ben De
Düşünmüştüm, girişimcilik alanında yazılan en gerçekçi kitaplardan biri ve
gerçekçi olmasının en büyük sebebi yazarın sıfır noktasından başlayan
deneyimleriyle beraber olası riskleri size de hissettirip ulaşılamaz ütopyalardan kaçınıyor oluşu, bu kitapta
dünya ne siyah ne de beyaz, bana kalırsa grimsi. Kendi deyişiyle farkına
varmanın rahatsızlığıyla, rahatsız etmek için yazı serüvenine başlayan Ali
Sefünç; deneyimlerini okuyucuya sohbet havasında mizahi gücünü de kullanarak aktarıyor.
Biyografik öğeler taşıyan kitabında Ali Sefünç, diğer iş dünyası yazarlarının
aksine aramızdan biri, süper güçleri yok, yüksek ikna kabiliyeti yok, hayata
başlarken iyi sayılabilecek bir maddi ya da ticari bağlantı şansı yok. İş dünyası kitapları
genellikle insanlığı unutup modernleşme ve yüce teknoloji adına standartlaşma, yenilik
serpiştirilmiş robotlaşma ve kölelik sattıkları için, çıkmış olan nadir
kalitedeki iyi eserler önyargının kurbanı olma riskiyle karşı karşıya kalırlar.
Tam olarak kitabın iş dünyası
yazarlarının eserlerinden ayrıldığı noktada burada başlıyor; Ali Sefünç var
olan problemlere gerçekçi şekilde yaklaşırken insanlara başarının
robotlaşmadan, standartlaşmadan, aksine standartlardan kopup, farklılık yaratıp
insan kalarak da mümkün olabileceğini hatta en iyi bu şekilde olabileceğini
gösteriyor. Ali Sefünç, aksaklıkları gizlemeyip çözmeye çalışıyor. İşin yazarı
yönetemediğini, yazarın işi yönlendirdiğini görüyorsunuz. Kendini, iş
dünyasında ki pek çok yazarın aksine etiketlerle tanıtmaya ihtiyaç duymuyor. Yemin
Ederim Bunu Ben De Düşünmüştüm bir ütopya kitabı değil, sorunlara olabilecek en
gerçekçi ve ulaşılabilir çözümleri işbölümü içinde sunmaya çalışan; çok başarılı ve gerçekçi bir kitap. İnsanların
bazıları bu tür kitapları sever, bazıları ise nefret eder fakat çoğu kişisel
gelişim / girişimcilik kitabı olaylara tek bir perspektiften bakar. Ali Sefünç,
insanlara onlarca farklı bakış açısını tek potada eritme şansını sunuyor. Bu
kitap, piyasada önyargı oluşmasına neden olan rakiplerinden çok farklı, nadir
kalitede bir kitap okuduğunuzu hissediyorsunuz, Ali Sefünç okuyucusundan dahi
iş adamı yaratmaya çalışmıyor, ona yardım etmekle uğraşıyor. Daha önce
girişimcilik üzerine ekonomi / sosyal bilimler / iktisat alanında çalışmalar
yapmadıysanız, pek çok farklı kitap okuyabilir veya Yemin Ederim Bunu Ben de
Düşünmüştüm’ü okuyarak bu deneyime ortak olup hayatınızı
kolaylaştırabilirsiniz. Bu eseri, pek çok ekonomi, girişimcilik ve kişisel
gelişim kitabının özeti olarak görüyorum. Bu iddialı bir söylem olabilir ancak
kazandırdığı zamanın önemini anladığınızda şaşıracaksınız.
Ali Sefünç’ün olaylara çok yönlü
bakış açısı, eleştiri yeteneği bu kitabın kilit noktası. Bir olaya bakarken;
basitçe bunu en alt kademeden en üst kademeye herkesin gözüyle inceliyor, ben
olsam ne yapardım, şu sosyo-kültürel özelliklere sahip insanlar ne yaparlar,
peki onların karşıtları ne yapar? Ne gibi sorunlar çıkacak? Bu sorunları x
nasıl çözer, y nasıl çözer, yaşam pratiğinde en ideal yol hangisi? Ben kendime
inanmazsam bana kim inanır? Daha fazla bilgi edinmek sorunları çözüp kazancı
arttırmam da nasıl yardımcı olabilir? Bildiğim işe odaklanmanın önemi nedir?
Kendine inanmanın kıymeti nedir? Gibi yüzlerce soruyu sorup adımlarını sağlam
atıyor, ezber bozuyor ve eğitim sisteminden siyasi erke kadar eleştirmekten çekinmiyor
çünkü yazar, girişimlerin Türkiye’de siyasi problemlerden / dövizdeki hareketlilikten
ayrı düşünülemeyeceğini unutturmamak istiyor. Bir iş toplantısı sırasında
toplantıdaki insanların tamamının gözünden olumlu-olumsuz yönleri görebilmesi
onu başarılı bir iş insanından ya da ekonomistten çok daha öteye; stratejiste dönüştürüyor.
Bu adeta uzun sürecek bir go maçını oynamak ve daha çok alan kapmaya çalışmak gibi.
Ali Sefünç; bilinçsiz kişilerin
kendi başlarına açtıkları belalar şanssızlık olarak kabul edilemez diyor ve
aldığı riskleri düşündüğümüzde -yeni bir girişim için tırnaklarıyla kazıyarak
elde ettiği evini satmak, otelini satmak gibi, pek çok insan buna
delilik derdi- başarısının neden şansa bağlanamayacağını da anlıyoruz. Çünkü
yazar, her şeyden önce yaptığı işe saygı duyuyor. Bu saygı, insana saygıyı ve
dünyaya saygıyı da yaratıcılıkla beraber getiriyor. Yeni bir girişim için elindekileri
sattığında o kadar detaylı biçimde tüm riskleri ve gidişatı pek çok farklı
çerçeveden analiz etmiş oluyor ki, bu pek çok insanın sahip olduğu bir yetenek
ya da alabileceği bir risk değil. Kitapta bahsedildiği gibi bir tezgahtarın,
işletmecilik eğitimi almış birinden iş kurma konusunda çok daha fazla şansa
sahip olduğunu fark edip işe mutfağından başlayan kişinin hamlelerinin fark
yaratması ve risk olarak görülen şeyin risk olmaktan çıkması ya da riskin çok
azalması kaçınılmazdır. Ali Sefünç, bunu fark edip okuyucusuna başarıyla
aktarıyor.
Yazar; bazı geceler kabuslar
görüyor fakat zorluklara karşı şikayet edip mızmızlanmak yerine uyum sağlıyor
ve bir robot olmadığını, işine saygı duyan biri olduğunu hamleleri ve kıvrak
zekasıyla hissettiriyor. Yemin Ederim Bunu Ben De Düşünmüştüm, hayata mizahi
bakmanızı sağlıyor, olumlu bakış açısı katıyor fakat gereksiz bir umut
satmıyor. İş dünyasında ilerleyişini anlatırken farklı sektörlerde de uygulanabilirlik
için kilit noktaları veriyor ve alttan alta diyor ki; hayata olumlu bakın fakat
zekanızla ve analiz yeteneğinizle girişiminizi birleştirmezseniz olumlu
görüşleriniz şunun gibi sebeplerden dolayı işe yaramaz. Sayısız akıl ve
akılsızlık dolu yaşanmışlık anlatarak söylediklerini güçlendiriyor. Yemin
Ederim Bunu Ben De Düşünmüştüm için yazarken, kitapla hiç ilgisi olmasa da
piyasadaki benzer türdeki kitapları da eleştirmek durumundayım; bu belki
gereğinden fazla acımasız gözükmüş olabilir fakat yapmasaydım, bana kalırsa
kitabın değerini anlatışım yüzeysel kalacaktı.
İş büyütmenin gerçekten gerekli
olup olmadığını, paranın genellikle neden daha güçlü ortaklardan gelmemesi
gerektiğini, neden toplandık sorusunu sormamayı, sadık müşteriler, ortaklar ve
kitle oluşturmanın yollarını, en verimli elemanların ne tür bir çalışma ortamında
geliştiğini görecek, yorgunluğun sakinleştirici etkisini tadacak, parlak egolu
enflasyonunu önleyecek ve çok uzun sürecek planlarda duraksamanız gerektiğini
anlayıp 2 rakamının sihrine şaşıracak, hayır demenin önemini öğreneceksiniz. İşbölümü
gerektiren bir girişimcilik planınız varsa; bu kitabın doğru zamanda doğru
yerde olduğunu söyleyebilirim.
Ali Sefünç’ün sıradışı analiz
yeteneğiyle birleşen iş kurma girişimiyle tanışmanızı ve görüşlerine kıymet
vermenizi öneririm. Yemin Ederim Bunu Ben De Düşünmüştüm piyasadaki iş
kitaplarından çok farklı ve detaylara inerek düşünmeyi seven insanlar için
riski azaltmanın yollarını anlatarak düşük maaliyetle başlamanın avantajını
okuyucusuna gösteriyor. Üstelik samimi bir sohbete girmeniz için olgun şartların oluştuğu deneyim ve bilgi yemekli, mizah mezeli masası enfes gözüküyor, sandalyeye oturmamak için bir sebep yok. Son
derece sade dille, kısa bölümler halinde yazılan bu kitap, size kendinize
soramayacağınız soruları sorduracak ve belki de kafanızda cesaret içeren
adımlar, yeni olasılıklarla dolu bir bakış açısı belirecek.
Alıntılarım:
Kat edilecek yol kimimiz için uzun kimimiz içinse daha
uzundur. Bu ayrım tabii ki sadece yolculuğa çıkanlar için geçerlidir.
Girişimcilik kavramına bir göz kırpalım, anlamına dair
kafamızı karıştırmaya çalışalım. Felsefe dersinde kafasının karıştığını
söyleyen öğrencisine, “Ne güzel, kafan karışmışsa çalışmaya başlamış
demektir,” yorumunu yapan öğretmen arkadaşımı hatırladım. Bir kafanın
karışabilmesi için analiz edilmeyi, sonuç çıkarılmayı bekleyen çok sayıda
düşüncenin var olması gerekir. Kafası karışmayanların bulduğu çözümlere
baktığımızda genellikle yetersiz ve yavan kaldıklarını görürüz. Yaşamı az
kurcalıyor, ezbere kaçıyor, çok bilinen kısa yollardan gitmeye çalışıyor
olabilirler mi? (sf. 12)
Girişimcilik, hayatı sorgulamaya başladığımız andan itibaren
bilgi, emek, deneyim, gözlem, mantık, imkânsızlık, yaratıcılık, tutku, korku,
cesaret, kızgınlık, sevgi ve kimisi göz ardı edilen daha birçok unsurla
beslendikçe günden güne gelişen bir yetenekler demetini oluşturma sürecidir. Kişiye
işini kurduran, bu çok unsurlu sürecin bilinçli ve doğurgan kullanılmasıdır. Girişimcilik,
iş kurulunca tamamlanan bir süreç de değildir. Rehavete düşülmemesi, zorluklara
etkili çözümler bulunabilmesi için girişimin her aşaması başlangıç kabul
edilmelidir. (sf. 13)
Yarı yolda kalacağı baştan belli olan işlere bir hışımla
dalıp çuvallamanın veya gösteriş sevdasıyla yürüyebilecek işleri berbat etmenin
yüceltilecek bir yanı yok. Türkiye’yi, iyi tasarlanmadığı ve yürütülmediği için
başladığı gibi biten girişimler mezarlığına benzetmek mümkün. Biz mezarlıklara
değil, doğumhanelere odaklanmalıyız. Bütün girişimler bir bebek gibi ilgi,
bilgi, emek, sevgi ve sabra ihtiyaç duyar. (sf. 14)
Sivil hayatta tek başına bir ordu gibi davranıp büyük etki
yaratanların sayısı hiç az değil. Akraba ve arkadaşlarına duyduğu sevgi
nedeniyle gençlik yıllarından itibaren buluşmalar ve geziler düzenleyen birinin
günün birinde seyahat acentesi açması veya profesyonel rehberlik yapması
tesadüf sayılmaz. Bu kişinin girişimciliği düzenlediği etkinliklerle
somutlaştırdığı insan, doğa ve kültür sevgisine dayalıdır. Para kazandırsın
veya kazandırmasın, gelişmeye yol açan her başarılı girişim, değerlendirmeyi
bilenler için diğer girişimlere zemin oluşturur. Hobisini zamanla işe çevirip
para kazanan girişimcilik hayatında mutluluğu en fazla tadanlardır. Kısacası,
bugünün hobisi yarının girişimi olabilir. (sf. 15)
sayfa 16 |
sayfa 16 |
Girişimcilikte başarıya ulaşmak için nasıl bir hayat
arzuladığımızın yanı sıra nasıl bir hayat istemediğimizi de bilmemizde yarar
var. Seçtiğimiz girişim türü
kişiliğimize, aradığımız hayat biçimine uygunsa başarıya giden yol gayet
açıktır. Ama uygun değilse şişirdiğimiz balon kısa zamanda patlar ve direncimiz
düşer. (sf. 19)
sayfa 21 |
sayfa 21 |
Her dönemin kendine özgü kaygı ve kazanımları vardır. İyi
yaşam koşullarına ulaşma hakkımı saçma sapan dayatmalara kurban etmemem
gerektiğini ve kendisine yardım etmeyene başkalarının da yardım edemeyeceğini
anlamam epeyce bunaldığım bir dönemin kazanımıdır. (sf. 27)
Tercihlerimizin bedelini başkalarına ödetmek gibi kendimizi
aldatmaya ve oyalamaya yönelik temelsiz bir tavır geliştirmek belki egomuzu
okşar ama yarar getirmez. (sf. 31)
sayfa 37 |
sayfa 44 |
Patlak egoluları, şişkin ve zayıf egolulardan ayıran
belirgin özellik, kendi değerlerini yükseltmek için sürekli başkalarını
değersizleştirmeye çalışmalarıdır. Ezici üstünlük sağlayabilmek için rakip
gördükleri her egoya saldırmaktan çekinmezler. Kapristen yanlarına yaklaşılmaz.
Ekip çalışmasından anladıkları, mümkün olduğu kadar çok kişi üzerinde baskı
kurmaktır. Baskı kuramadıkları zaman öfkelenir, küstahlaşırlar. Kendilerine
boyun eğilmesi patlak egoluları mutlu etmeye yetmez, hava kaçıran egolarının
durmaksızın şişirilmesini ısrarla eklerler. (sf. 55)
Bence bir insanın yetişkinliği, algıladığı gerçekler,
engellediği sorunlar ve yarattığı çözümlerin düzeyi kadardır. Yaşadığım
zorluklar için kendimi ne annemden ne de babamdan alacaklı hissettim. İyi niyetliydiler
ama imkanları kısıtlıydı. Dünyaya geldikleri, gençliklerini yaşadıkları döneme
bakılırsa onlar benden çok daha olumsuz koşullarda hayata tutunmaya
çalışmışlardı, üstelik hiç kimseyi suçlamadan. Yapacak başka bir şey yoktu,
ailemin sorunlarını anlamaya ve elimden geldiğince yardım etmeye odaklanmıştım.
Zorlukları çözdükçe büyüdüğümü, büyüdükçe özgürleştiğimi hissettim.
Kimileri özgürlüğü sorumsuzlukla bir tutma eğilimi taşır. Oysa
özgürlük sorumluluğa en çok ihtiyaç duyan kavramlardan biridir. Arzuladığı gibi
yaşamak isteyenler sorumluluklarını üstlenme ve gereğini yerine getirme
göreviyle yüz yüzedir. Bedelsiz özgürlüğü insanlık tarihi boyunca kim bulmuş ki
biz bulabilelim. Özgürleşmek, arzu ve bilincin yanı sıra tam zamanlı emek de
ister. Çözüm yolu aşağı yukarı belli: Ayağa dolanan bahaneler rafa kaldırılır,
hayat belirtisi eylemler için acilen harekete geçilir. (sf. 61)
Karşılıklı çıkar korumanın önemini belirtebilmek için bazı
durumlarda, “Birlikte iş yaptığım kişilerin çıkarlarını koruma isteğim, kendi
çıkarlarıma düşkün olmamdan,” demeyi tercih ettim. (sf. 65)
Kolay kandırılan herkeste biraz dolandırıcılık vardır, diye
düşünürüm. Çünkü gerçekçi ve dürüst insanlar büyük kazançlara bir anda
ulaşılmayacağını gayet iyi bilir. (sf. 78)
sayfa 83 |
sayfa 142 |
İş hayatında yalnızca ayakta kalabilenler güzel günleri
görebilir. Bizi iflasa sürükleyecek boyuttaki garantisiz işlere “hayır,”
dedikçe kazandık. Belki az kazandık ama geleceğimizi asla kaybetmedik. (sf.
174)
sayfa 175 |
sayfa 246 |
Girişimcilik batıl inançları kaldırmaz. Ezberci girişimci
hızla yükselse bile tez zamanda inişe geçer. İnanışlara esir düşenlerin bir
süreliğine ayakta kalması genellikle zararlarını başkalarını ödetme
yeteneklerine bağlıdır. Başları belaya girdiğinde aydınlığa çıkmak için dua
etmeleri çare getirmez. (sf. 262)
Özel teşekkür: Ali Sefünç'e...
Güzel alıntılar, beğendim.
YanıtlaSil