Bordo Siyah yayınevi baskısına. |
Eğer kıyıda bucakta kalmışların içini okuyamazsanız ünlüleri hiç anlayamazsınız.
Kendi elinden çıktığı belli olan, yarı kasap tezgahını yarı
laternayı andırır korkunç çalgısıyla, kendi yaralarının acısına benzer bir acıyı
herkeste uyandırmaya çalışan tahta bacaklı bir ihtiyar.
“Sunt certi denique fines” diye mırıldandı. (Sonunda herkes
hakettiğini bulur.)
“Birincisi, ben gecenin geç saatlerine kadar dolaşmam. Çalgı
çalıp şarkı söyleyerek başkalarını istenmedik durumlara sürüklemeyi de doğru
bulmam. İkincisi, insan her şeyde belirli bir ölçüde düzenli olmalıdır. Aksi
halde karışıklıktan ve vahşilikten yakasını kurtaramaz. Üçüncü ve sonuncusu da
bayım, ben gündüzleri gürültüyü seven halk için çalarım, yavan ekmek parasını
bile güç çıkarırım. Ama akşamlar bana ve fakir sanatıma aittir. Akşamları evde
kalırım ve -bu sırada konuşması ağırlaştı, yüzünde bir kırmızılık belirdi,
gözlerini yere çevirdi- ve o zaman ilhamla çalarım. Kendim için ve notasız çalarım.
Sanırım, böyle çalmaya müzik kitaplarında yaratmak derler.” (John Zerzan, Gelecekteki
İlkel isimli çalışmasında notasız müziğe uzun bir yer ayırdı, müziği
seviyorsanız okumanızı öneririm. Jacob’un notasız müziği yaratma eylemi olarak görmesi
öylesine söylenmiş bir söz değil, toplumdışı olan karakterimiz notaların hiyerarşisinden
sıyrılmış durumda ve bu durum tüm hayatına yansıyor, hiyerarşi karşıtlığı
sonucu savaş karşıtı bir anlayışa sahip oluyor, notasız müziği ve buna
dinleyicilerin tepkisi her iki taraf içinde siyasi bir duruş olarak
algılanabilir, yanlış olmaz. Ailesi Jacob notasız çalmak istedikçe bunun
parmaklarını mahvedeceğini söyler ve Jacob, hiyerarşi yüzünden gençliğinde biricik
aşkı kemandan bile -her şeyden çok- nefret eder hale gelir, bunu hayata
uyarlarsak; hiyerarşiden dışarı çıkanları aynı aile tipi, hayatın mahvolacak ve
sevdiklerin acı çekecek diye uyaracaktır ve insan, hiyerarşi içinde aşkını
yitirecek/zarar verecek hatta ondan hiyerarşik koşullar yüzünden nefret
edecek ve daha kötüsü, ondan hiyerarşiye uygun olmasını bekleyecektir(Jacob, kızın şarkıları nefret ettiği notalara uygun okumasını ve eğitim almış olmasını bekliyordu, öyle değil mi?). Burada yazar bir sembol saklamamış mıdır ve bu sembole göre
hiyerarşik düzen, bizi doğamızdan, sevdiklerimizden, güzelliklerden, aşkımızdan koparmamakta mıdır?
Kemancı için parmakları ile hayatı eş anlama -mevcut koşullarda- yakındır ve
kitabın gidişatı göz önüne alındığında, sistemsel gidişata uyan kimse ne
anlaşılabilmiş ne de mutlu olabilmiştir. - AnokVa)
Ansızın bir ümit ışığı belirir. |
“Nerde oturuyorsunuz” diye sordum. “Yalnız başınıza çalarken
yanınızda olmayı çok isterdim.”
Yalvarırcasına sözümü kesti ve, “Yok,” dedi, “bilirsiniz
dualar gizli yapılır.”
Alman valslerini ve kötü kötü şarkıların nağmelerini hep
aynı biçimde başlayıp aynı biçimde çalmaya yeltendiklerini bilirim. Bu
adamlara, ya ellerinden kurtulmak için, ya da çaldıkları şey yaşanmış bir
danslı eğlenceyi hatırlattığı yahut da bir şenliğin tadını yeniden
canlandırdığı için para verirler. Bunun için hep ezbere çalarlar, çoğu zaman da
falso yaparlar. Ben böyle hileleri bilmem.
“Ben bu parçaları çalarken.” Diye sözüne devam etti, “çoktandır
yaşamayan ustalarla yaratıcıların mevki ve haysiyetlerine saygı gösteririm.
Böylece kendime de saygı göstermiş olurum. Dört bir yandan bozulan, yanlış
yollara götürülen dinleyici kitlesinin zevk ve ruhunu da böylece asilleştirmeye
çalışırım. Bu şekilde, bana kalan yadigârları karşılıksız bırakmamış olduğumu
ümit ederek yaşarım. Konudan uzaklaşmayalım, böyle şeyler “yüzünde kendinden
hoşnut oluşunu gösteren bir gülümsemenin çizgileri belirdi” böyle şeyler
sürekli çalışmayla elde edilir. Benim de sabah saatlerim işte bu çeşit bir
çalışmaya ayrılmıştır. Günün ilk üç saati alıştırma yapmaya, ortası ekmek
parası kazanmaya, akşamları da kendime ve yüce Tanrı’ya. Görüyorsunuz namuslu
bir bölmedir bu.”
Beni “Ce gueux” diye azarlardı. O zamanlar değildim ama
şimdi öyle oldum. Anneler babalar konuşurken geleceği bazen böyle önceden
kestirmiş oluyorlar. (Fransızca, kitaptaki kullanımını Türkçe'ye dilenci, ya da ahmak olarak çevirebiliriz, serseri, otlakçı ve -nadiren- köylü anlamında kullanımı da görülür.)
Asker yapalım dediler, dehşetle reddettim. Bugün bile korku
duymadan üniformaya bakamam. İnsanın yakınlarını korumak için hayatını
tehlikeye sokmasını anlarım, bu iyi bir şey. Ama insan sakatlamayı ve kan
dökmeyi meslek olarak seçmek, hayır, hayır, hayır!
Wolfang Amadeus Mozart’ı ve Sebastian Bach’ı çalıyorlar, ama
yüce Tanrı’yı kimse çalamıyor. Ses ve ahenk, bu ölümsüz lütuf, özlemlerle dolu,
susamış bir kulakla mucizemsi bir ortamda uyuşur, -hafif bir sesle, çekinerek devam
etti- üçüncü nota birinciye ve beşinciye uyar, notalarda duyarlılık,
gerçekleşmiş bir ümit gibi yükselir, bozuk ahenk ise bilerek yapılmış bir
kötülük veya küstah bir gurur gibi yıkılır gider. Mucizeler gibi ortaya çıkan
değişimler ve bağlanışlar vardır. Bütün bunlar sonunda ahengin kucağında Tanrısal
huzura ulaşırlar. Bana bunları daha sonraları bir müzisyen anlatmıştı. Ve hiçbir
şey anlamadığım fügler, puanlar, kontrapuanlar, ikili kanonlar, üçlü kanonlar
vesaire birbirini tutmakta, Tanrısal bir binanın taşları gibi birbirine harçsız
kaynamaktadır. Bu binayı ayakta tutan da Tanrı’nın elidir. Bunları çok az sayıda
insandan başkası bilmek bile istemiyor. Tanrı’nın çocuklarının yeryüzü kızları
ile birleşmelerinde olduğu gibi, ruhların soluk alıp vermesi olan müziği de
küfteler katarak bozuyorlar. Böyle şeyler ancak nasır tutmuş ruhları kavrar,
onların hoşuna gider.”
Bir gün onu, yaptıklarımıza göre değil de, düşündüklerimize
göre yargılandığımız yerde bulabileceğimi umut ediyorum.
Artık şarkı söylemez olmuştu... |
Mert bir insansınız, aksini kimse söyleyemez. Ama
zayıfsınız, daima kendinize yakın bulduğunuz birisine bağlanıyor ve kendi
işinizi kendiniz yapmayı beceremiyorsunuz. Bu bakımdan, başınızın bir derde
girmemesi için, dostlarınızın ve tanışlarınızın sizinle ilgilenmesi bir borç,
bir ödev oluyor.
Sözlük:
Keman: Bir atın kuyruğunu bir kedinin sakatatlarına sürerek insan kulağını gıdıklayan bir müzik aleti.
Neron şöyle dedi Roma'ya: "Eğer dumana dönersen
Sen yanarken keman çalmaya ara vermeyeceğim."
Neron'a şöyle cevap verdi Roma: "Elinden geleni ardına koyma,
Önce senin keman çalıyor olmam benim bahanemdir."
Orm Pludge
Gürültü: Kulaktaki kötü bir koku. Notalara uygun müzik. Medeniyetin gerçek ve sahici olduğunu gösteren temel ürün ve işaret.
Veysel Atayman'ın analizinden bilgisayarıma geçirdiğim kısımlar:
Helmut Bachmaier, Fakir Çalgıcı için hazırladığı yorum ve
açıklama kitapçığında (Erlauterungen und Dokumente; Franz Grillparzer,
Stuttgart, 1986) yazarın gerçekten de Viyanalı bir çalgıcıyla karşılaşmasını ve
bu karşılaşmayla ilgili olarak aldığı notlara işaret ederken, gerçek hayatın
anlatıya (öyküye/kurmacaya) geçişinde bu notların bir malzeme olarak bambaşka
işlevlere büründüğünü bir kez daha göstermektedir. Kaldı ki Viyana kenti de
Augarten, Leopoldstadt, Prater, Brigittenau gibi gerçek yer ve semtleriyle
karşımıza çıkar öyküde.
Yazarın özellikle antropoloji ve psikolojiye
duyduğu merak, kişisini anlatırken kendini ele verir.
Çalgıcının babası ile kurduğu ya da kuramadığı ilişkisinde,
hemen aynı yüzyılın sonunda, gene bir Avusturyalı doktorun, S. Freud’un “süperego”
kavramıyla tarif edeceği, baba figürü-oğul ilişkisin buluruz. Ama son tahlilde
yazarın gerçekliğe yaklaşması, oradan malzemeyi seçişi, bize bire bir nesnel
bir belge sunma kaygısınca belirlenmeyip öykünün bütününün anlatmak istediği
şeye, tema dediğiniz ana fikir ve estetik hedefe göre şekillenmiştir. Yazar,
kilisenin törenlerini, bayram eğlencesini, halk kitlelerini, çalgıcının
sınavını, babasının bakanlıktaki dünyasını, esnafın küçük burjuva dünyasının
atmosferini anlatırken, gerçekçiliğin örneklerini verir. Yazarın halk kitlelerine
bakışı da eşitlikçi bir gözün özelliklerini taşır; halkın politik gücünün
1848 devriminde somutlaşacağını sezmiş gibidir. Helmut Bachmaier, metnin
arkasına koyduğu açıklamalarda, bu anlatıda Goya’nın iç savaş resimlerindeki
ürkütücü tabloları bulabileceğimizi söylüyor. Az önce de belirttiğim gibi
yazar, çalgıcı Jacob’un psikolojik durumunu anlatırken, psikanalizin
tespitlerine yakın yerlerden geçer. Çalgıcının baba kompleksi, bastırma, kaydırma
ve telafi etme mekanizmaları belirgindir.
19. Yüzyılda toplumdışı figürü, edebiyatın çok sevilen
tiplerindendi. Fakır çalgıcı, işi gücü bulunmayan, kemanıyla ekmeğini kazanmaya
çalışan biri olarak toplumdışıdır. Ama öte yandan müzik ile olan ilişkisi
bakımından da “aykırıdır.” Dinleyicisine aldırmadan çalar; önünde notalar
vardır, ama onu nota ile müzik ile kurduğu ilişki tamamen kendine özgü,
yerleşik eğilime terstir. Tam bu noktada sanatın hayatın içindeki rolünün ne olduğu,
sanat-hayat ilişkisinden ne anlaşılması gerektiği, sanatın özgürleştirici
işlevi gibi soruların çevresindeki tematik düzlemler kendini ele verir ve
anlatıyı geleneksel “sanatçı öyküleri” kategorisine koymamızı sağlar.
Hayat Jacob için acıdır, öyleyse
hayat-sanat ve acı çekme arasında kurulmuş bir ilişkiyle karşı karşıya
olduğumuz söylenebilir. Jacob’un acıları, müzik aşkı, aynı zamanda onun
çilesinin de öyküsüdür ve bu bağlantı bizi Schopenhauer’in “hayatı acı
çekmektir” tespitine götürür, ona göre sanatçı sürekli kendi amacı
doğrultusunda yönlendirmeye çalışan doyumsuz “iradeden” hayatı bir sanata
çevirerek kurtulabilir. Jacob’un müziğe olan düşkünlüğünü değil, bir bakıma
hayatını bir sanat eseri gibi algılayışını da bu anlayış doğrultusunda
kavrayabiliriz. Ses, söz, müzik arasındaki ilişki, klasikten moderne, sanatın
19. Yüzyıldaki gelişmesine yönelik bir ipucu vermesi bakımından da bir işlev
taşıdığı gibi, bir hayatı gerçekçi çizgileriyle anlatan bir uzun öyküden çok,
müzik-sanat ideali-hayat ilişkisini düşündüren bir metin ile karşı karşıya olduğumuzu
da kanıtlıyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder