Mucizelere bağlı kalmıştık. Birgün birileri gelip bizi
kurtaracaktı. Ve biz bize benzeriz idi, böyle yaşamak çok sorun çıkarmıyordu.
Batılı bizim aklımızı çeliyordu, biz sonuçta bir çaresini bulacaktık. Ama
sonuçta çaresini bulamadık. Geldiğimiz noktada, ülkenin yarısından çoğu ağır
bir yoksulluk çekiyor, sağlık sistemi çökmüş durumda, eğitim sistemi içler
acısı bir halde. (sf. 10, Cezmi Ersöz Önsöz)
En maliyetli Hollywood filminin bedeli, bizim seyrettiğimiz
filmin antraktlarında yenen patlamış mısır parası bile olamaz. Tarihi
filmimizin senaristleri yaratıcılıktan uzak siyasi kişiler olmuştur genellikle.
Bu nedenle tarzları birbirine benzeyen, fakat farklı adlarda oyuncularla
çekilmiş, birçok sahne tekrar tekrar alınmıştır. Vatandaş namıyla anılan seyircilerin
ömürleri boyunca birkaç ayrı film izlediklerini sanmaları işte bu yüzdendir.
Öte yandan, oyuncuları genel seçimlerde belirlendiğinden, filmin demokratik bir
yana sahip olduğu da söylenegelir. (sf. 20)
Bilgiye ulaşma
özgürlüğünün kıt olduğu yerde, vah halinedir düşünce özgürlüğünün. (sf. 24)
Gerçek adaleti yaşamak ütopyaya dönüşünce, bize yalnızca
“ulaşılabilir adalet” seçeneği kalıyordu. (sf. 40)
Eğitsel sakatlanmaya uğradıktan sonra, artık ne kendimizi
doğru tanımlayabiliyor ne de birbirimizi anlayabiliyorduk. Düşüncelerin,
olguların ya olayların yalnızca bir kısmını önemseyip bütününe bakmaktan özenle
kaçınır hale gelmiştik. Bu nedenle yaşamımızın her anında, her alanında bir
rakip, bir hasım, bir çatışma arar olmuştuk. Hemfikir olmaya yönelik çabalar
cazibesini yitirmişti artık.
Okulda arkadaşlarımızı, işyerinde ortağımızı, el eleyken
sevgililerimizi, evde eşlerimizi ve çocuklarımızı, apartman yönetim
toplantılarında komşularımızı hasımlara dönüştürmede olağanüstü başarılar elde
etmekteydik. Bu tür bir başarının, hayat içinde ödülü olmasa da bedeli
kesinlikle vardı. Okulda kaybedilen o münazaraların acısını çıkartayım derken
birçoğumuz sevdiklerini, mutluluklarını, dolayısıyla kendilerini bu yolda heba
etmekten kurtulamadı. Kazanmanın geçerli olmadığı alanlarda bile çatışmak ve
kazanmak istediler, ama çoğunlukla kaybettiler. (sf. 43)
İktidarlara yaranma
arzusu çoğu kez bilimin önüne geçer ve böylece çarpık fikirlerin prim yapması
kolaylaşır. (sf. 56)
70’li yıllar dünyada soğuk savaşın hakim olduğu bir dönemdi
ve komünizm korkusuna dayalı anti-demokratik tavırların toplum hayatımızda yer
bulabilmesi kolaylıkla gerçekleşiyordu. Komünist sihirli bir sözcüktü.
Komünisttir diye adam dövülebilir, öldürülebilir, konuşanlar susturulabilirdi,
ama bunu yapanlara hesap sorulması caiz değildi. (sf. 79)
Yalnızca o döneme özgü duvar afişlerini birçok merkezi yerde
olduğu gibi yel değirmeni sokaklarında da görmek mümkündü. Aranan solcuların ya
da başka bir deyişle anarşistlerin resimlerini taşıyan bu afişler okulumuzun
duvarlarına da yapıştırılmıştı. Aranan solcuların yakalanmasıyla birlikte,
yaşanan bütün sorunlar çözülecekmiş gibi bir hava estiriliyordu ülkede.
Solcular yakalanınca döviz sıkıntısı bitecek, hazine
rahatlayacak, iş imkanları artacak, belki de kısa sürede Avrupa Ekonomik
Topluluğu’na üye olunacaktı. 1970 Ağustos’unda 1 ABD dolarının 9 TL’den 14.85
TL’ye çıkmasından da muhtemelen bu solcular sorumluydu. (sf. 93)
Bu devalüasyonun bize düşmanlığı var da, Amerika’ya yok mu?
Afrika ve Asya’da enflasyon oranı %5’in altında olan birçok fakir ülke var.
Enflasyonları düşük olmasına rağmen onlar neden fakir? Bütün bu saptamalar
ekonomik kurtuluşun hiçbir zaman tek bir nedene ya da ekonomideki seçilmiş
birkaç parametreye bağlanarak gerçekleşemeyeceğini göstermektedir. (sf. 109)
Yarış bir kere başlamış. Durdurmaya da hiçbirimizin gücü
yetmiyor. Ben hiç olmazsa, çocukların masumiyetinin ellerinden alınmasına,
büyük taklidi yaptırılarak sevimsizleştirilmesine karşı duralım diyorum. Basit
şeylerden mutlu olamayan, insan ve doğa sevgisinden uzaklaştırılmış, dostluğa,
sevgiye ihtiyaçları varken üstünlük
peşinde koşan çocukları görmeyi içim kaldırmıyor. (sf.126) (draper, kung çocuk oyunlarında hemen hemen
hiç rekabet olmadığını yazar, adaman
yerlileriyse lidersizdirler, semboller hakkında bir fikirleri yoktur ve
saldırgan olmadıkları, şiddet sergilemedikleri gibi modern yaşamda yer alan bir
çok hastalığa karşı -örneğin sıtma- doğal bağışıklıkları vardır. lee, 1979
senesinde toplayıcı insanlar arasında sınıfsal ayrımlara duyulan aşırı
nefretten bahsetmiştir ve leacock, her türlü otorite, hiyerarşi, emir
anlayışının mbutiler, hazdalar ve dağlı naskapiler arasında öfkeye yol açtığını
vurgulamıştır. (detay için: future primitive and other essays, zerzan 1994)
öyleyse, tüm bu antropolojik
ve sosyolojik verileri göz önünde tutarak yazarın, insanların çocukluklarından
itibaren kendilerine ve doğalarına yabancılaştırılması ve kendi olma haline
izin verilmemesinden, durumun yarattığı yalnızlaşma arzusundan bahsederken bu tespiti
toplumsal zorbalıkların insana uyguladığı baskıları temel kaynak alarak düşünelim.
sözde modern toplumlar bile, toplayıcı-avcılar gibi özgür olamamış ve
hiyerarşisiz, tahakküm olmayan bir dünyayı düşleyememiş ve bunu kaos olarak
nitelemişken insan özgürlüğünü kısıtlayan, insana kaçış hissini arzulatan herhangi bir yapı, mikroptan, parazitten başka neyi
simgeleyebilir ve çözüm bu mikroplu, parazit dolu yapının ürettiklerini toplumca
sindirmek, sindirmeyenleri toplum düşmanı olarak görüp güvende hissetmekte mi
yatmaktadır?- anokva
Siyasetçilerin halka karşı uyguladığı yöntem çok basit ve
standarttı. Siyasi rakibini önce bir düşmana ve tehlikeye dönüştür; ardından da
tehlikeden ve düşmandan kurtulmanın yolu olarak kendini göster. (George W.
Bush’un dünya üzerinde yaptıkları da buna mı benziyor ne?). Bu yolla edilen
yandaşlar sürekli düşman ve tehlike arar olmuşlardı. (sf. 134)
Bir toplum yalnızca gördükleriyle hayatı yorumlamaya başladı
mı, birbiriyle hiç ilişkisi olmayan olayların, gelişmelerin ve değişimlerin
birbirleriyle ilişkilendirilmesi kaçınılmaz olur. Bu tuzağa düşüldüğü andan itibaren başa gelen
belaların bir anda oluştuğu düşünülerek, sıkıntılardan kurtuluşun da bir anda
gerçekleşeceği yanılgısına düşülür.
Hal böyle olduğunda boş vaatler gözleri kör edebilir,
olumsuzluklar “Kışt! Hoşt! Pist!” diye savuşturulmak istenebilir. Oysa
yaşananlar eskiden var olan, biriktirilen sorunların artık gizlenecek yer
bulamamasının sonuçlarıdır. Ekonomik sıkıntılar yırtık bütçeden fırlar gibi
çıkınca, bir şaşkınlıktır alır toplumu. “Vallahi hayret!... Durup dururken
nereden çıktı bu bela?” sözleriyle şaşkın taklidi yapılır şaşı bakışlarla. Şeşi
beş görenler, bu yetmiyormuş gibi bir de hafızlarını kaybederler. Yıllar önceden
olacakları görüp de uyaranların dediklerini bir türlü hatırlayamazlar. (sf.
162)
-Medyanın söz etmediği bir şey gerçekten de yok mudur?
-Eğer varsa, yok mu sayılmaktadır?
-Bir şey yok sayılınca, etkisi de yok mu olur?
-Bir şey yok sayılınca, etkisi de yok mu olur?
-Yokluk potansiyelini gözardı etmek yokluğun yardakçılığı
mıdır? (sf. 164)
Sen elalemin herkül gibi işçisini al afişlere bas, ondan
sonra da bizimkilerden onlar gibi devrimci olmasını bekle. Adamın fiziği
uymuyor ki devrimi uysun. (sf. 176)
Çerçeveli yaşamanın bu ülkedeki yaygınlığı, zamanla çok daha
fazla gözüme batmaya başladı. Dayatılan standart ve dar çerçeveler içinde bir
yaşamı sürdürmeye çalışmanın, öteden beri Türk insanının arzuyla tercih ettiği
bir tavır olduğunu gördüm. (sf. 181)
“Savaşma seviş” sloganının sahibi ‘68’liler savaşmayı
beceremediklerinden olsa gerek, sevişmekte de tam bir başarıya ulaşamamışlardı.
Bayrağı devralan ’78 kuşağının durumu daha da içler acısıydı. ‘78’liler,
bırakın gerçekleşmesini, sloganı bile ağızlarına almıyor, tam aksine, savaşmayı
çok isteyen, sevişmeyi reddeden bir davranış biçimi sergiliyorlardı.
Sevişmeyince savaşmayı garanti altına alacaklarını zannediyorlardı. Artık
“sevişme savaş, yoksa devrim zarar görür,” telkinini daha çok yapar olmuşlardı
kendilerine. Erkekler dava arkadaşları olan tüm kızlara ‘bacı’ diyerek davanın
gereğini yerine getiriyorlardı. Çok masum duygusallıklara bile gem vurmakta
oldukça kararlıydılar. (sf. 182)
"aşk yaparken
enerji harcıyorsun, sonra kendini huzurlu hissediyorsun ve her şey sana vız
geliyor. işte kendini böyle hissetmene dayanamıyorlar. her zaman enerjiyle
dolup taşmanı istiyorlar. tüm geçit törenleri, tüm bağırıp çağırmalar, bayrak
sallamalar hep kokuşmuş cinsellik. mutlu olsan, büyük birader, üç yıllık
kalkınma planlan, iki dakikalık nefret ve öteki saçmalıklar için coşkulanmana
gerek kalır mı?" george orwell'20.yy’ın en sert hicivlerinden birini
yazdığında aşkın yasaklanması ve hiyerarşik devrim konusuna sert bir dille
değindi. futuristik distopyaların tahakküm
içeren anlayışlar hakkındaki karamsar yorumlarının dünya yakın tarihi ile bu
kadar benzemesine basit bir tesadüf demek çok zor görünüyor. – anokva
Düşünmekten daha çok
düşündürmemeyle ilişkileri vardı. (sf. 186)
…Gelişen bireylerle yaşanan ülke arasındaki ciddi uyumsuzluk
ödenecek bir bedel gerektiriyordu. Bedeli ödeyecek olanlar, kimseden izin
almadan habire kitap okuyan söz dinlemez gençlerdi. Ağır ve kaçınılmaz görünen
bedelse, ülkedeki az gelişmişlikleri, yaşanan olumsuzlukları artık daha çok
fark etmek ve onları değiştirememenin acısını çekmek şeklinde ödenecekti. (sf.
189)
üzülme, kuşlar, unutkan olur tekrar gelecekler. |
Acılara tutunmaya en çok gereksinim duyanlar kendilerini
geliştirenlerdi. Onlar artık daha önce Türkiye’de adı konmamış yeni bir
azınlığın üyesi olarak yaşamak zorundaydılar.
Ülkede adı bilinen azınlıklarda ne gibi özellikler varsa bu
yeni ve adsız azınlıkta onların hiç biri yoktu. Ne azınlık olduklarından, ne
adlarından, ne birbirlerine sahip çıkmaları gerektiğinden ne de azınlık olarak
yaşamanın inceliklerinden haberleri vardı. Bu durum kahırlı sayılacak bir
yaşamı da beraberinde getirmekteydi. (sf. 192-193)
Şimdilerdeyse her şeyin markalı olanı ilgi çekiyor. Eğer
markalaşmışsa mutsuzlukların bile talep görmesi, satın alınması mümkün.
Değersiz olmalarına karşın aşırı değer verilen markalaşmış her şeye birer
protez gözüyle bakabiliriz. Hani engelli insanların eksiklerini tamamlayan
protezler gibi. Protezler eksikliklerini yerini alan şeylerdir ne de olsa.
Eksikliği çok olanın protez gereksinimi de çok olur. Bu
benzetmeye ilişkin en önemli fark sakatlanma biçimine dairdir. Bedensel
engellilerin çoğu kaderin kötü oyunu sonucunda bu duruma düşenlerdir. Kimisinin
engeli doğuştandır kimisi de bir kaza sonucu sakatlanmıştır. Markalaşmış
protezleri kullananların kimisi anne babaları, kimisi sosyal çevreleri
tarafından sakatlananlardır. Sakat algılama biçimleriyle başkalarına gerek
kalmadan kendini sakatlayanlar da vardır. Hepsini bir arada tadanların halini
ise, ne siz sorun ne ben söyleyeyim. (sf. 194)
Kapitalist sistemin insanı ve insani değerleri yok etmede ne
derece başarılı olduğunu, sömürmenin sistemin iliklerine kadar işlediğini
bilmeyenimiz yoktu ama sıra sosyalizme gelince arkadaşların taraftarlık güdüsü
öne çıkıyordu aniden. (sf. 199)
Güçlü kalmak için sistemler ters yüz ediliyor, değerler
kenara konuyor, yalanlar itibar kazanıyor, amaca ulaşmak için her yol mubah
sayılıyor. İşte böyle bir dünya. (sf. 201)
Ben hayatım boyunca sınavın her türlüsüne karşı olduğum gibi
sınava dönüştürülmüş insan ilişkilerinden de haz etmemişimdir. Bu tür
ilişkilerde bir taraf sınava girer, diğer tarafsa sınav yapmanın şehvetiyle bir
süre sonra insanlığından çıkar. Ve yeni sorular türetmeye, kanıtlar istemeye
başlar sınava tabi tutulandan. Kimisi arkadaşlığını kanıtla derken kimisi
aşkını kanıtla der biteviye. Her kanıtın ardından da bir yorum gelir, “Eğer
öyle olsaydın böyle yapmazdın” ya da “Eğer öyle olsaydın şöyle yapardın,” gibi.
Çok mu sınavcı bir toplumuz yoksa? (sf. 204)
“Havale bir akittir ki onunla muhalünaleyh bilvekale kendi
namına kabza selahiyettar olan muhalünlehe, muhil hesabına, nakit ya da
kıymetli evrak ya da sair misli şeyler itasına mezun kılınır.”
Bu ağdalı ve hissiyatlı havale tarifine beste yapmamak Türk
hukuk sisteminin gizemli diline
haksızlık olacaktı. (sf. 210)
“Çocuklar yalan
vardır, kuyruklu yalan vardır, bir de istatistik vardır,” (sf.309)
‘Önem’ sözcüğü bende her zaman olumlu bir çağrışım
yaratmıştır. Önemli şeyler aynı zamanda yarar sağlayan, değerli şeylerdir değil
mi? Bizim jeopolitik konumumuz stratejik önem taşıyordu da, niye bize bir yarar
sağlamıyordu peki? Yoksa bu da mı bir yanılsamaydı? (sf. 340)
Asıl mesele, insanların bir yere ait olmadan tek başlarına
değerli olabilmelerindeydi. Zor olsa da bunu başarabilenler, itibarlı olmak
için bir yerlere ait olma zorunluluğu hissetmeyeceklerdi. (sf. 360)
Donanımlı görünmek için, donsuz kalmaya razıydı. Ellerine,
ayaklarına ihtiyaçlarından imal edilmiş prangalar vuruluyor, zincirlere
bağlanıyordu bu çağdaş kölenin. İfade biçimimiz bile değişmiş, kendimizi
ihtiyaçlarımızla tanımlar olmuştuk artık. “Bana arkadaşını söyle, sana kim
olduğunu söyleyeyim” sözünün yerini, “Bana ihtiyaçlarını söyle, sana kim
olduğunu söyleyeyim” sözü alabilirdi. Karşı durulamıyorsa, girilen yolun sonu
önce delicesine tüketmeye ardından da tükenmeye varıyordu. Sunulanları tüketememek
arz edenlere karşı ayıp olmaz mıydı? Hem tüketimden eksik kalırsak elalem ne
derdi? Tüketemezsek güçsüz de görünebilirdik üstelik. (sf. 364)
dip not: arayıp bulamadığım bu kitabı, imzalayarak gönderdiği için ali sefünç'e teşekkür etmeyi bir borç bilirim. kitabı okuduğumda, özellikle ekonomi ve -benim tabirimle- sömürgen tipler üzerine yapılan analizlerden yaklaşık 20 sayfalık alıntı çıkarabilirdim ancak abartmamak istedim.
Ali Sefünç benim geç keşfettiğim, bildiklerini anlatmaktan çekinmeyen bir yazar. Çizimler de cuk oturmuş.
YanıtlaSil:))
Her anlamda çok yerinde tespitler.
YanıtlaSilKitabımı, keyifle , merakla ve hüzünle okuyup bitirdim. Yazarın kalemine, emeğine, yüreğine sağlık.
YanıtlaSilEkonomik kriz darbe ve benzer süreclerde yaşananlar ile birlikte türkiye'nin sağını solunu geçmişini anlatan bir eser.
Güzel ülkemdeki ayrıştırmalar , ötekileştirmeler geçmişten günümüze hep var olmuş ve bundan sadece halk zarar görmüş maalesef. Birlik, beraberlik ve kardeşlik içinde yaşamayı ve bunu becerebilmeyi geçmişi ile taçlandırarak anlatmış yazar.
Yazarın kalemine, emeğine, yüreğine sağlık. Tarih kokusu ve ekonomik gerçekler ile harmanlanmış bu kitabı okumalısınız diye düşünüyorum.
türkiye'nin yakın geçmişini çekinmeden anlatan usta bir kalem kesinlikle
YanıtlaSil