Bir din, insan ile Tanrı arasında bir bağ kurmuş olmasına
rağmen, eylemini kişilerin edindiği bilgi düzeyini karşılamayacak, onlara
inanılmaz gelecek biçimde yapıyorsa, o bir din değil, din müsveddesidir. (sf.
13)
İnançların hepsinde, insanların eski dinleri yozlaştıran tüm
sapkınlıkların esası sayılabilecek şu inanç vardır:
İlki; insan ve Tanrı ya da ilahlar arasında aracılık etmek
için seçilmiş kişiler; ikincisi; aracısının söylediklerinin doğruluğunu
kanıtlayan tansıklar gösterilmiştir; Tanrıda ilahların yanılmaz istemini
açıklayan aktarılmış ya da yazılı sözler vardır ve bunlar kutsaldır.
Sözünü ettiğimiz, hipnozda gibi etkilenmiş kabul
edildiğinden, bu aracıların her sözleri kutsal gerçeklermiş gibi benimsenir,
dinsel sapkınlığın asıl ereğine ulaşılır.
Asıl erek insanların eşitlik yasalarını gizlemek değil,
insanların sınıflı yapılara bölündüğü eşitsizliklere de ortam hazırlayıp,
kollamaktır da. (sf. 20)
İlk günah için herkesi cezalandıran ya da bizi kurtarsın
diye oğlunu yeryüzüne gönderen ve bu arada onun katillerini önceden bilip de
lanetleyen öfkeli, kin tutucu bir Tanrı’yı bildiren ürkütücü öğretilerden daha
ahlaksızca bir şey olamaz. (sf. 23)
Bir kimse kendi ağzıyla, <<dünyanın altı bin yıl önce
yaratıldığına inanıyorum>> diyebilir, ama buna inanan çıkmaz. Çünkü bu
sözler anlamsız. (sf. 24)
Bozulmamış inançlılar olan yoksul, cahil çoğunluk hipnoz
etkisindeki köleler haline geldiğinden, kendilerine inanç kisvesi altında
aşılanan şeye iman ettiklerini düşünüyorlar ve bu da, insanın yeryüzünde ne
olduğu sorusuna yanıt vermek bir yana, zorlaştırıyor. (sf. 28)
Zırhlı gemilerin, tren yollarının, basımevlerinin,
tünellerin, fonografların ve daha birçok keşfin güzel keşifler olduğu doğru, ne
var ki, Ruskin’in de değindiği üzere, <<başka bir şeyle
karşılaştırılamayacak kadar güzel olan şeyler var ki, bunlar zırhlı gemilerin,
yolların, tünellerin, kısaca hayatı güzelleştirmekten daha çok karmaşıklaştıran
şeylerin sağlanması pahasına yok edilen insan hayatlarıdır>>. Buna şöyle
karşı çıkılabilir: Doğru ama günümüzde, insanların gördüğü zararı karşılayacak
makineler de icat ediliyor.
Çok yanlış bir düşünce! (sf. 30)
Yetkililer, yaralananlara ya da ailelerine ödenen tazminatların,
insanların ezilip ölmesini engellemek için yapılacak iyileştirmelerin
maliyetinden daha az olduğunu hesapladıkları için, <<tutumlu>>
davranarak bu hattı iyileştirmiyorlar.
İnandığım şudur ki, insanların hayatlarını kârları uğruna
mahvedenler toplum tarafından kınanabilir ya da iyileştirmeler yapmaları
dayatılabilir, fakat insanlar dinlerine sadık kalmayıp, edimlerini Tanrı’nın
değil, insanların huzurunda gerçekleştirdiğine inandığı sürece, insanların
hayatını korumak için değişiklikler yapabilirler. (sf. 30)
Toplumbilim ve ekonomi politik seçkin bir soru soruyor:
Bazıları neden hiç çalışmıyor da, diğerleri onlar için çalışıyor? (sf. 37)
Medeni hukuk, ceza hukuku, anayasa hukuku, dinsel hukuk,
iktisadi hukuk branşlarında ciltler dolusu kitap yazıp, bunun yalnızca yararlı
değil, çok önemli de olduğuna karar vermiş tavırlarla tanıştıktan sonra, <<herkes
eşitse, bazıları neden başkalarını yargılayabiliyor?>> sorusunu bile
yanıtlayamıyorlar. Onların yargılarına göre, bu şiddetin uygulayıcısı bireyler
değil, devlet adı verilen soyut bir varlık. (sf. 38)
Bütün güçlerini Tanrı’dan aldıklarını kabul etmemizi ve bu
güce kayıtsız şartsız boyun eğmemizi buyuruyorlar. Ezilenlere bu hallerinin
Tanrı’nın takdiri olduğunu, bu nedenle kibirsizlik ve uysallıkla katlanıp zalimlere
itaat etmelerini öğreniyorlar.
İmparator, kral, papa; dünyevi ve ruhsal her türlü otorite
makamlarına kurulmuş bu zalimlerin kibirsiz olmalarının gerekmemesi bir yana,
kendileri zevki sefa içinde yaşarlarken, başkalarına bu hayatın koşulu olarak <<boyun
eğme>>yi öğretip, gerektiğinde cezalandırıyorlar. (sf. 43)
Türk padişahları neleri esirgeyip, neleri önemsiyor? Bir
şehre giren Rus çarlarının yaptıkları ilk şey neden tasvir ve ikonları öpmek
oluyor? Oluşturdukları gelişmiş kültüre rağmen, Alman imparatoru bütün
konuşmalarında neden Tanrı’dan, Mesih’ten, dinin kutsallığından, yeminlerden
söz ediyor? Hepsi de egemenliklerin orduya dayandığını, orduların da dine
dayandığını biliyor da ondan. (sf. 44)
Dinbilimciler, bu çelişkileri her ne kadar uzlaştırmak için
uğraşıyorsa da, sorunu daha da karmaşıklaştırmaktan başka bir şey yapamıyorlar.
Bunun sonucunda, insan, dincilerin güçlü desteğiyle de, giderek aklına
güvenemeyeceğini, dünyada her şeyin olanaklı olduğunu benimsemeye alışıyor; iyi
ile kötüyü, gerçek ile yalanı karşılaştırmak için başvurabileceği her şeyini yitiriyor.
Aklı ona rehberlik edecek bir gereç olmaktan çıkıyor, yerini
ona diğerlerinin söyledikleri alıyor. Bunun sonrasında ise, böyle bir eğitimin
semeresi olarak insanın ruhsal dünyasının nasıl korkunç bir yıkıma
uğratıldığına tanık oluyoruz.
Aynı işgal, din adamlarının da yardımlarıyla, kişiler
üzerinde aralıksız uygulanan inandırma yöntemleriyle yetişkinlik döneminde de
sürüyor.
Kişiliği güçlü bir kimse, uzun uğraşılardan sonra, çocukluğundan
başlayarak eğitim gördüğü ve kendisini yetişkinliğinde de etkisinden
kurtaramadığı bu hipnozdan kurtarırsa, kendi aklına güvenmemesine neden olan bu
ruhsal bozulmanın ardından, güçlü bir zehrin zehirlediği bir organizmada nasıl
bir iz kalıyorsa, öyle bir iz kalıyor. (sf. 47)
Ana babaların, yöneticilerin ve öğretmenlerin çocuklara
Teslis, Bakire Meryem, İndralar, Trimurti, Budalar, Hz. Muhammed’in göğe
yükselmesine dair çağdışı ve akla sığmaz öğretiler yerine, sade gerçekleri,
bütün dinlerin herkesçe paylaşılan taraflarını, insandaki Tanrısal ruhun
metafizik özünü ve <<kendisine nasıl davranılmasını istiyorsa, başkalarına
da öyle davranması gerektiği>> biçimindeki kılgısal yasayı öğretmeleri
seçilmelidir. (sf. 52)
Emekçi sınıfları ahmaklıklarında bırakmaya ve durumlarının
kötüye kullanılmasına sessiz kalmaya zorlamak için, orduyu, din adamlarını,
askerleri, politikacıları, bir yıldırma aracı olarak idam sehpalarını, silah,
mermi ve hapishaneleri kullanma cinliği, değindiğimiz bu azınlığın aldığı bir
tavırdır. (sf. 53)
Statükocular ve ahlakçılarca yasa görüntüsüyle işlenen
sayısı ve şiddeti artan, din kılığı altında yalancı vaatlerle meşrulaştırılan
suçlar ve şiddet eylemleri ne denli artarsa, bireyler de yaşam yasalarının
sevgide ve komşularına yardım etmekte değil, birbirlerini yok etme savaşında olduğu
düşüncesine o düzeyde bağlanacaklardır. (sf. 54)
İnsanın kainat ile bağını ne bilim ne de din açıklayabilir.
Kaldı ki, bu bağ, felsefe ya da bilim olmadan kurulmuş olmalıdır. (sf. 68)
Evrim teorisi, ahlak yasasına terstir. Eski Yunanlılar ve
Hindular bunu biliyordu. Felsefeleri ya da dinleri, onları benliklerini terk
etmeye götürdü. (sf. 77)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder