21 Kasım 2020 Cumartesi

Stefan Zweig - Bir Kadının Yirmi Dört Saati

 


Kriz anlarında gerilen sinirler, çoğunlukla insanın görünüşüne öyle kederli bir ifade verir ki, söz de, resim de onu taşıdığı güçle betimlemekte yetersiz kalır. (sf. 11)

Yıllar süren hayal kırıklığıyla, can sıkıntılarıyla geçen bir evliliğin, bir kadını kuşkusuz, atak bir erkeğin ağına düşmeye hazır hale getirebileceğini savlayarak, bunun mümkün olduğu konusunda üsteledim. (sf. 13)

 

“Kumar oynama biçimi, insanın aynasıdır” denir. Beylik bir söz olduğunu biliyorum. Ama ben de kumar sırasında kişinin kendi eli, onu en açık biçimde ortaya koyar, diyorum, çünkü şans oyunları oynayanların neredeyse tamamı, kısa süre içinde yüz ifadelerini denetlemeyi öğrenirler. En yukarıda, gömlek yakasının üzerinde kayıtsızlığın buzdan maskesini takarlar. Dudak etrafında şekillenen kıvrımları silmek için zorlanırlar. Yaşadıkları heyecanı dişlerinin arasına hapsederler. Kaygılarının yansımalarını kendi kendilerine bile göstermezler. Yüz adelelerinin uzantılarını, nezaketen gösterdikleri yapay bir umursamazlıkla silerler. Ama bütün benliklerini, sözünü ettiğim halleri denetlemeye ayırdıkları için, ellerini unuturlar. Elleri, onların gizlemeye çalıştığı her şeyi açığa vurur, çünkü öyle anlar olur ki, güçlükle denetlenen ve uyukluyor görünen o parmaklar, o miskin kayıtsızlıktan sıyrılırlar. (sf. 28)

 

Böyle bir devinimle ayağa kalkan biri otele, bir tiyatroya, bir trene, bir eğlenceye değil ölüme gidebilirdi sadece. Bu iblisler salonundaki hiç kimse bu adamın evinde, bir bankada, ne de akrabaları katında dayanağı kalmadığını, burada son parasıyla, belki de hayatıyla kumar oynadığını, şu andaysa bu yalpalayan adımlarıyla herhangi bir yere, ama mutlaka hayatın dışında bir yerlere gittiğini hemen anlardı. (sf. 35)

 

Hiçbir yontucu, hiçbir ozan, ne Mikelanj, ne de Dante bana sınırdaki çaresizliği, sefaleti bu canlı mahluk kadar etkili biçimde anlatamaz. (sf. 41)

 

Kişi böyle bir anı hayat boyu sadece bir kez yaşar ve bu pek az insanın başından geçer; eğer bu olmasaydı bırakılmış, bitmiş bir insanın, hayatın tek damla kanını bile, çaresizlikten beslenen bir güçle, nasıl tanımsız biçimde ciğerlerine çektiğini asla bilemezdim. Yirmi yıl süresince hayatın her soy şeytani etkilerinden uzak durduğumdan olmalı, tabiatın ara ara ateş, buz, hayat ve ölüm, mutluluk ya da mutsuzluk yüklü her şeyini muhteşem biçimde seri alınmış bir soluğa sığdıracağını asla bilince çıkaramazdım. O gece sözler ve mücadelerle, tutku, kızgınlık ve kinle, gözyaşları, yalvarışlarla öyle uzun geçti ki bin yıldan uzun sürmüş gibi geldi bana. Biz (birbirine sarılmış halde, uçurumun dibine doğru giden; biri ölümün çılgınlığını, diğeri duygularını taşıyan iki varlık) kıyasıya mücadele etme sonucu başkalaşmış düşünce ve hislerle doluyduk. (sf. 48-49)

 

Fakat ne de olsa zamanın iyileştirici bir gücü vardır; kişi yaşlandıkça duyguları da kararıyor, ölüme yakın olduğunu duyumsuyor. Gölgesi yollara daha siyah düşmeye başlıyor; olaylar canlılık yitiriyor. İnsanın özvarlığındaki gizli, el değmemiş yerleri önceki kadar etkileyemiyorlar, tehlikeli güçleri yitime uğruyor. (sf. 78)

 

Not: Bu yazı, tamamen ücretsiz bir alternatif olan LibreOffice ile yazılmıştır ve tüm reklamları, takipçileri, izleyicileri engelleyen Brave Browser kullanılarak blogger'a aktarılmıştır. Kitaptandizgeler reklam kabul etmez. Bana destek olmak istiyorsanız, özgür, reklamsız bir internet için çalışın ve alternatifleri kullanın!


Instagram: https://www.instagram.com/anokvaburada/

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder