2 Kasım 2015 Pazartesi

1339... Ya da Öyle Bir Yıl Bir Sokak Satıcısı Adına Apoloji - Nicholas Seare

1339 ya da öyle bir yıl

İncil’in Vahiy bölümüne şöyle bir göz gezdirdiğimizde, ilk Hristiyanlara dünyanın sonunun yaklaştığı korkusu verildiği görülür; aslına bakarsanız, onlar için gerçekten de dünyanın sonuydu. Her şeyden yoksun kılınmış, kendi nefislerini inkar etmek zorunda bırakılmış insanlara bu vaat iyi bile gelmişti. Sadece birkaç yılları kaldığı inancıyla, böyle bir yaşama katlanmaları kolaylaşıyordu. Bu yanlış yönlendirilmiş insanlar yaşamın nimetlerini kaçırdılar; güzelliklerden ve sürprizlerden korktular; kendi bedenlerini yok saydılar; zihinlerini her şeye kapadılar ve cennetten mal kaçırırcasına hazinelerini depoladılar –her ne kadar kısa bir süre için de olsa.*(Pascal’ın yazılmış ve kaybolmuş iddiası. N.S)
Bu Seçilmiş insanlar için, dünyanın sonunun bir türlü gelmediğini görmek, ne kadar büyük bir düş kırıklığıydı! Çok fazla özveride bulunmuşlardı; öyle hemen vazgeçemezlerdi. İşte, kıyamet günü üzerine tahminler böylece devam etti. Ortaçağda belli aralıklarla dünyanın sonunun yaklaştığına dair belirtiler görülmüş ve her biri kayda geçirilmiştir. Ticaretin durduğu dönemler olmuş, tarlalar ekilip biçilememiş, günahlarının kefaretini ödemek için kendilerine işkence edenler olmuş, insanlar mallarını mülklerini bağışlamak zorunda kalmıştı … özellikle de, dini kuruluşlara. (sf. 16)

Önce yüreklerinizi, sonra keselerinizi açın.
Bu özlü sözlerime de kulaklarınızı açın.

Çirkin kızlarınıza övgüler yağdıracağım.
Onları sanki büyüleyici genç kızlar gibi göreceğim,
Hizmetçi kızlara seksin tehlikelerini öğreteceğim. (sf. 25)

Gülmek deliliğin bir işareti olmadığı gibi, asık bir surat da bilgeliğin işareti değildir. Ah, elbette, bazen gülmek utanç verici bir cahilliği gizleyebilir; ama asık bir surat, büzülmüş boş bir torba gibidir. Ben gülmeme rağmen son derece ciddiyim. Ama hiç de samimi değilim. İçten davranmadığım kesin; ancak, senin ne olduğunu da biliyorum. (sf. 28)

Kibar insanların şık giysilerinin altına baktığımda, fahişelerin lekelenmiş iç çamaşırlarını görüyorum. (sf. 32)

Bizler, merhametli Hıristiyanlar olarak onu yanımıza aldık… babasını öldürüp çetesini dağıttıktan sonra… yani, görevimiz gereği. (sf. 36)

Ben mi, Efendim? Ben yalancının, sahtekarın biriyim. Budalanın tekiyim. Asla bir tövbekar değilim. Ben… doğa, Kuşku ateşiyle Mantığın kızgın demirini sallarken, yanıp sönen bir kıvılcımım sadece. Ben Tanrı’nın hoşgörüyle yarattığı bir kulum. Kendisiyle solucan arasında bir yaratığım. Babamın hayaletiyim; kendi çocukluğumun bir yansımasıyım. Deneyimlerimin ve düşlerimin posası… korkularımın esiriyim… Ben bir insanım. Anlayamadınız mı?* (sf. 38)
(İnsanoğlunun Mantık ve Kuşku’nun bir kıvılcımı olduğu üzerine Yunan felsefesi
İnsanoğlunun kendi çocukluğunun bir yansıması olduğuna dair Freudçu görüş
İnsanoğlunun kendi deneyimlerinin artığı olduğuyla ilgili Darwin Teorisi
İnsanoğlunun kendi düşlerinin posası olduğuna dair Romantizm
İnsanoğlunun korkularının esiri olduğuna dair İzlenimcilik
Ve son olarak “Ben bir insanım” ifadesinde Varoluşçuluk akımları kast edilmiştir.)

Çünkü bilim sadece bazı kanıtları ortaya koyabilir. Gerçek ise, bu parabolik eğim içinde asla kendini göstermez. (sf. 51)

Çoğunluk her zaman yanılmıştır. Yanlış yapmak, onların doğrusudur. Yani, bu onların görevidir. (sf. 53)

Denizde yaşayan bir balık, yağmur yağıyor mu diye merak eder mi? (sf. 57)

Tanrının sevmediği insanlar, bence birbirlerini severek birleşmeli. (sf. 65)

*Araştırmalara göre, bu masalın ağızdan ağza anlatıldığı dönemde gezginci halk şairleri bazen satıcı rolünü de üstlendiğinden, masalın yazılı şekle geçirilişi sırasında, oyuncu ve bu rol arasında bir karışıklık olmuştur. Diğer bir açıklama da, satıcı, dilenci, aktör ve topal gibi tüm gezginci ve yasadışı kişiler genel olarak alt sınıfın küçümsenen insanları olduğundan, aralarındaki farklılıklar üzerinde durmaya değer bulunmamıştır.

Modern toplumumuzda dikkat çekici farklılıklar ise, ilginçtir: Satıcılar finans baronları, dilenciler politikacı ve topallar da ayrıcalıksız sınıfın ayrıcalıklı kişileri olmuştur. (sf. 75)

Ancak salaklar böyle disiplin altında yaşar! Onları adamdan saymasam, bu yaşamlarına gıpta edebilirdim. Doğru yoldan gittiklerine ve gittikleri yolda amaçlarına ulaştıklarına körü körüne inanmış zavallılar. (sf. 81)

Aslında yaptığım şey sadece kilitli sandıkların kilitlerinin kilitli olmadığı bilgisini vermek! (sf. 82)
İki kutup gibiydiler. Yaşamın iki ucundan iki apayrı insan nasıl birbiriyle konuşabilirdi? (sf. 86)




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder