İncil’in Vahiy bölümüne şöyle bir göz gezdirdiğimizde, ilk Hristiyanlara dünyanın sonunun yaklaştığı korkusu verildiği görülür; aslına bakarsanız, onlar için gerçekten de dünyanın sonuydu. Her şeyden yoksun kılınmış, kendi nefislerini inkar etmek zorunda bırakılmış insanlara bu vaat iyi bile gelmişti. Sadece birkaç yılları kaldığı inancıyla, böyle bir yaşama katlanmaları kolaylaşıyordu. Bu yanlış yönlendirilmiş insanlar yaşamın nimetlerini kaçırdılar; güzelliklerden ve sürprizlerden korktular; kendi bedenlerini yok saydılar; zihinlerini her şeye kapadılar ve cennetten mal kaçırırcasına hazinelerini depoladılar –her ne kadar kısa bir süre için de olsa.*(Pascal’ın yazılmış ve kaybolmuş iddiası. N.S)
Bu Seçilmiş insanlar için, dünyanın sonunun bir türlü
gelmediğini görmek, ne kadar büyük bir düş kırıklığıydı! Çok fazla özveride
bulunmuşlardı; öyle hemen vazgeçemezlerdi. İşte, kıyamet günü üzerine tahminler
böylece devam etti. Ortaçağda belli aralıklarla dünyanın sonunun yaklaştığına
dair belirtiler görülmüş ve her biri kayda geçirilmiştir. Ticaretin durduğu
dönemler olmuş, tarlalar ekilip biçilememiş, günahlarının kefaretini ödemek
için kendilerine işkence edenler olmuş, insanlar mallarını mülklerini
bağışlamak zorunda kalmıştı … özellikle de, dini kuruluşlara. (sf. 16)
Önce yüreklerinizi,
sonra keselerinizi açın.
Bu özlü sözlerime de
kulaklarınızı açın.
Çirkin kızlarınıza
övgüler yağdıracağım.
Onları sanki
büyüleyici genç kızlar gibi göreceğim,
Hizmetçi kızlara
seksin tehlikelerini öğreteceğim. (sf. 25)
Gülmek deliliğin bir işareti olmadığı gibi, asık bir surat
da bilgeliğin işareti değildir. Ah, elbette, bazen gülmek utanç verici bir
cahilliği gizleyebilir; ama asık bir surat, büzülmüş boş bir torba gibidir. Ben
gülmeme rağmen son derece ciddiyim. Ama hiç de samimi değilim. İçten davranmadığım
kesin; ancak, senin ne olduğunu da biliyorum. (sf. 28)
Kibar insanların şık
giysilerinin altına baktığımda, fahişelerin lekelenmiş iç çamaşırlarını
görüyorum. (sf. 32)
Bizler, merhametli Hıristiyanlar olarak onu yanımıza aldık…
babasını öldürüp çetesini dağıttıktan sonra… yani, görevimiz gereği. (sf. 36)
Ben mi, Efendim? Ben yalancının, sahtekarın biriyim.
Budalanın tekiyim. Asla bir tövbekar değilim. Ben… doğa, Kuşku ateşiyle
Mantığın kızgın demirini sallarken, yanıp sönen bir kıvılcımım sadece. Ben
Tanrı’nın hoşgörüyle yarattığı bir kulum. Kendisiyle solucan arasında bir
yaratığım. Babamın hayaletiyim; kendi çocukluğumun bir yansımasıyım.
Deneyimlerimin ve düşlerimin posası… korkularımın esiriyim… Ben bir insanım.
Anlayamadınız mı?* (sf. 38)
(İnsanoğlunun Mantık ve Kuşku’nun bir kıvılcımı
olduğu üzerine Yunan felsefesi
İnsanoğlunun kendi çocukluğunun bir
yansıması olduğuna dair Freudçu görüş
İnsanoğlunun kendi deneyimlerinin
artığı olduğuyla ilgili Darwin Teorisi
İnsanoğlunun kendi düşlerinin posası
olduğuna dair Romantizm
İnsanoğlunun korkularının esiri
olduğuna dair İzlenimcilik
Ve son olarak “Ben bir insanım”
ifadesinde Varoluşçuluk akımları kast edilmiştir.)
Çünkü bilim sadece bazı kanıtları ortaya koyabilir. Gerçek
ise, bu parabolik eğim içinde asla kendini göstermez. (sf. 51)
Çoğunluk her zaman yanılmıştır. Yanlış yapmak, onların
doğrusudur. Yani, bu onların görevidir. (sf. 53)
Denizde yaşayan bir balık, yağmur yağıyor mu diye merak eder
mi? (sf. 57)
Tanrının sevmediği insanlar, bence birbirlerini severek
birleşmeli. (sf. 65)
*Araştırmalara göre, bu masalın ağızdan ağza anlatıldığı
dönemde gezginci halk şairleri bazen satıcı rolünü de üstlendiğinden, masalın
yazılı şekle geçirilişi sırasında, oyuncu ve bu rol arasında bir karışıklık
olmuştur. Diğer bir açıklama da, satıcı, dilenci, aktör ve topal gibi tüm
gezginci ve yasadışı kişiler genel olarak alt sınıfın küçümsenen insanları olduğundan,
aralarındaki farklılıklar üzerinde durmaya değer bulunmamıştır.
Modern toplumumuzda dikkat çekici farklılıklar ise,
ilginçtir: Satıcılar finans baronları, dilenciler politikacı ve topallar da ayrıcalıksız
sınıfın ayrıcalıklı kişileri olmuştur. (sf. 75)
Ancak salaklar böyle disiplin altında yaşar! Onları adamdan
saymasam, bu yaşamlarına gıpta edebilirdim. Doğru yoldan gittiklerine ve
gittikleri yolda amaçlarına ulaştıklarına körü körüne inanmış zavallılar. (sf.
81)
Aslında yaptığım şey sadece kilitli sandıkların kilitlerinin
kilitli olmadığı bilgisini vermek! (sf. 82)
İki kutup gibiydiler. Yaşamın iki ucundan iki apayrı insan
nasıl birbiriyle konuşabilirdi? (sf. 86)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder