17 Mart 2016 Perşembe

Görünmez Komite - Yaklaşan İsyan

yaklasan isyan

Hangi açıdan bakarsanız bakın, içinde bulunduğumuz zaman bize bir çıkış yolu bırakmıyor. Sahip olduğu tek meziyet de bu değil. Her şeyden önce umudunu korumak isteyenlerin ayaklarının altındaki zemini çekiyor. Ellerinde bir çözüm olduğunu öne sürenlere karşı hemen itirazlar yükseliyor. Herkes işlerin ancak daha da kötüye gidebileceği noktasında birleşiyor. “Geleceğin bir geleceği yok” anlayışı, görünüşteki kusursuz normalliğe rağmen, ilk dönem punkçıların bilinç seviyesine ulaşmış bir çağın bilgeliğidir. (sf. 7)

Bugünkü duruma toplumsal çözümler üretilemeyecek. Birincisi, çünkü sosyal ortamların, kurumların ve tezat yapılarak “toplum” diye adlandırılan tekil baloncukların belli belirsiz toplanışında bir tutarlılık yoktur. İkincisi, artık ortak deneyimin ortak bir dili yok. (sf.9)

Bu arada, idare ediyorum. Bir ben, benim bloğum, benim dairem arayışı, en son moda çer çöp, ilişki dramları, kim kimi *****... “Ben”e tutunmak artık hangi protezleri gerektiriyorsa! (sf.14)

Sağda solda sürekli duyduğumuz “adam ol” buyruğu, bu toplumu gerekli kılan hastalıklı durumun sürmesini sağlıyor. Güçlü ol emri, tam da kendisini sürdüren bir zayıflık üretiyor. İşte bu yüzden her şey, hatta çalışma ve aşk bile, iyileştirici bir nitelik taşıyormuş gibi görünüyor. (sf.14)

Benliğin daimi bir bozulma halinde, kronik bir çökmek üzerelik halinde tutulması, günümüzdeki düzenin en iyi korunan sırrıdır. Zayıf, morali bozuk, kabahati kendinde arayan, sanal benlik, üretimdeki hiç bitmeyen yeniliklerin, hızla modası geçen teknolojilerin, sürekli altüst olan toplumsal normların ve genelleşmiş esnekliğin temelde gereksinim duyduğu sonsuz uyum sağlama yeteneğine sahip olan öznedir. O aynı zamanda doymak bilmez bir tüketicidir ve çelişkiye bakın ki asli larva haline dönebilmek amacıyla en kıytırık “proje”lere azim ve istekle kendisini dahil eden, ama sonra asli larva haline dönen “en üretken ben” de O’dur. (sf.15)

O halde NEYİM BEN? Çocukluğundan beri sütün, kokuların, öykülerin, seslerin, duyguların, tekerlemelerin, cisimlerin, işaretlerin, fikirlerin, izlenimlerin, bakışların, şarkıların ve yiyeceklerin meydana getirdiği akışla iç içeyim. BEN neyim? Mekâna, çilelere, atalarıma, arkadaşlarıma, sevdiklerime, olaylara, dillere, anılara, kesinlikle “ben olmayan” her şeye her yönden bağlıyım. Beni dünyaya bağlayan her şey, beni ben yapan bağlantılar, beni meydana getiren unsurlar bana bir kimlik, çıkarılıp gösterilecek bir şey vermezler; belli zaman ve yerlerde “BEN” diyen varlığı doğuran tekil, ortak, yaşayan bir varoluş verirler bana. Uyumsuzluk duygusu benliğin sürekliliğine duyduğumuz aptalca inancın ve bizi biz yapan şeylere yeterli özeni göstermememizin basit bir sonucudur. (sf. 15)

Eğer Fransa saatlik üretimde Avrupa şampiyonu olmasaydı, bugün olduğu gibi anksiyete haplarının anavatanı, anti-depresan cenneti, nevrozların Kâbe’si de olmayacaktı. Hastalık, zihinsel yorgunluk, depresyon tedavi edilmesi gereken bireysel rahatsızlık belirtileri olarak görülebilir. Bütün bunlar sadece var olan düzenin devamına, aptalca normları kuzu kuzu kabullenmeme ve koltuk değneklerimin modernize edilmesine hizmet ediyor. Bunlar, bir yandan benim uyumlu, itaatkâr ve üretici eğilimlerimi seçiyor diğer yandan da hissettirmeden benden ayıklanması gereken şeylerin ne olduğunu belirliyor. “Değişmek için asla geç değildir, biliyorsun.” Ama benlik varsayımında başarısızlıklarım bir yıkıma da neden olabilir. Sonra da, bugünkü savaşta direniş eylemine dönüşebilirler. Bizi normalleştirip sakatlamak için kurulan tuzaklara karşı bir isyan, bir güç halini alabilirler. Benlik dedikleri, iç dünyamızdaki kriz yaşayan bir şey değil; sırtımıza damgasını vurmak istedikleri biçimdir. Aslında hepimiz başka yaratıklar arasında birer yaratık, benzerlikler arasında tekillikler, dünyanın bedenini oluşturan canlı bedenlerken, kendimizi keskin bir şekilde tanımlanan, tek başına, nitelikler çerçevesinde değer biçilebilir, kontrolü mümkün şeyler haline getirmemizi istiyorlar. Çocukluğumuzdan beri bize söylene gelen şeyin aksine, zekâ uyum sağlamayı bilmek anlamına gelmiyor – ama öyle bir zekâ türü varsa bile bu köleliğin zekâsıdır. Bizi köleleştirmeyi hedefleyenlerin bakış açısına göre, tek uyum sağlayamayışımız, bitkinliğimiz sadece sorun. Uyum sağlayamayışımız ve bitkinliğimiz aslında bize yeni suç ortaklıkları için bir başlangıç, bir buluşma noktası işaret ediyor. Tüm tahrip edilmişliklerine rağmen bu toplumun kendi amaçları doğrultusunda oluşturduğu bütün hayal ürünü şeylerden çok daha paylaşıma açık bir manzara ortaya koyarlar.
Depresyonda falan değiliz; grevdeyiz. (sf. 16)

 Tarihimiz bir sömürüler, göçler, savaşlar, sürgünler ve her türlü kökün yok edilişi tarihi. (sf. 20)

Orta yerinde yaşadığımız bu yabancılar kalabalığını “toplum” diye nitelemek kavramı öyle bir gasp etmektir ki bir asırdır ekmek ve su kadar ihtiyaç duydukları halde sosyologlar bile artık kullanıp kullanmamakta tereddüt ettikleri bu kavramı gasp etmektedir. Şimdilerde sanal yalnızlıklar arasındaki ilişkiyi ve de “mesai arkadaşı”, “bağlantı”, “ahbap”, “tanıdık” veya “flört” gibi başlıklar altında kurulan zayıf etkileşim biçimlerini tanımlamak için “ağ” imgesini tercih ediyorlar. Bu tür ağlar kimi zaman iyice sıkışıyor, kodların dışında hiçbir şeyin paylaşılmadığı ve sürekli yenileri oluşturulan yeni kimliklerin tüketilmesi dışında hiçbir bir şeyin yapılmadığı ortamlar haline geliyor. (sf. 23)

Ama romantizmin büyüsü ortadan kalktığında, “mahremiyet” çırılçıplak kalıyor ortada: Zaten mahremiyetin kendisi toplumsal bir uydurmadır, albenili dergilerin ve psikolojinin diliyle konuşur; diğer her şey gibi, bulantı verecek kadar stratejilerle yüklüdür. Artık bu alan da diğer alanlar gibi yozlaşır ve orada da dürüstlük adına bir şey kalmaz; buraya da yalanlar ve yabancılaşma kanunları hâkim olur. Biri şans eseri bu gerçeği keşfettiğinde, tam da çift olmanın doğasıyla çelişen bir paylaşım kendini dayatır. Varlıkların birbirini sevmesini sağlayan şey, aynı zamanda onları sevilebilir kılan şeydir. Ve bu da iki-kişilik-otizm ütopyasını darmadağın etmektedir. (sf. 25)

Bizim işle ilgili hiçbir beklentimiz olmadı: Biz onun geçmişte ve şimdi neye hizmet ettiğini, rahatlık derecesi değişen aptalca bir oyun olduğunu biliyoruz. Ailemizi, en azından bu söylenenlere inananları düşündüğümüzde tek üzüntümüz, bu tuzağa düşmüş olmalarıdır. (sf. 29)

Ekonominin krizde olmadığını, ekonominin kendisinin bir kriz olduğunu artık görmemiz gerek. (sf. 45)

…Çünkü çekilen sefaletin tamamen gereksiz ve anlamsız olduğu ortaya çıktığında sefalet katlanılmaz hale gelecektir. ( sf. 47)

Sosyalist bloğun çöküşü hiçbir surette kapitalizmin zaferi değil, kapitalizmin aldığı biçimlerden birinin başarısızlığa uğramasıydı. (sf. 47)


Son tsunami yaklaşırken, turistlerin dalgalarla oynayıp eğlendiği sırada, adada yaşayan avcı ve toplayıcılar kuşları izleyerek sahilden uzaklaşmaktaydı. (sf. 60)


Bugün Batı, M1 Abrams tanklarının üstünde son ses heavy metal dinleyerek Felluce’yi vuran Amerikan askeridir. O, Moğol ovalarında kaybolmuş, herkesin kafa bulduğu, kredi kartına cankurtaran halatıymışçasına sarılan bir turisttir. O, Go oyununa iman etmiş bir CEO’dur. Mutluluğu giysilerde, erkeklerde ve nemlendirici kremlerde  arayan genç kızdır. Dünyadaki bütün asilerle dayanışma göstermek için -ama yenilmiş olmaları kaydıyla- yeryüzünün dört bir yanına seyahat eden İsveçli insan hakları aktivistidir. Cinsel özgürlüğü olduğu sürece politik özgürlüğe değer vermeyen bir İspanyol’dur. Gerçeküstücülükten Viennese Actionism’ kadar medeniyetin yüzüne en iyi kimin tükürebileceğini görmek için yarışan sanatçılar yüzyılının “modern dahisi” önünde huşu duymamızı isteyen bir sanat aşığıdır. Budizm’de gerçekçi bir bilinç teorisi bulmuş bir sibernetikçi ve Hindu metafiziğiyle amatör düzeyde uğraşmanın yeni bilimsel keşiflere ilham vereceğine inanan bir kuantum fizikçisidir. (sf. 69)

...Can çekişen bir varlık, biçim olarak yaşayabilmek için içerik olarak kendisini feda eder.

 “Manevi” danışmanlık teknolojileri sağ olsun, parçalanmış birey biçim olarak yaşamaya devam ediyor. Ataerkillik, erkeklerin inatçılık, kendini tutma, duyarsızlık gibi en berbat özelliklerini kadınlara yükleyerek yaşamaya devam ediyor. Parçalanmış bir toplum sosyalleşmenin ve eğlencenin bulaşıcılığını artırarak ayakta kalıyor. Batı’nın kendi kendisiyle bile her noktada çelişen hileler sayesinde sürebilen büyük ve eski moda kurguları için de aynı şey geçerlidir. (sf. 70)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder