20 Şubat 2017 Pazartesi

Cem Şancı - Yalnızlık Doktorası

Cem Şancı Kitap


İşte bugün dahi hayal edilmesi çok zor olan bu dev şöhretin sahibi bir yazarın, padişah tarafından dergisi kapatıldıktan sonra bile çok kolayca başka ortamlara akıp şöhretinin kaymağını yemesi mümkünken dünyanın en zengin aileleri arasında yer alan Osmanlı Burjuvasının Boğaz’daki yalılarında ara vermeksizin düzenlenen dumanlı davetlerde ya da cıvır cıvır dilberlerin musiki eşliğinde kıvrıla kıvrıla göbek attığı, gerdan kırdığı, şarabın su gibi aktığı alemlerde sefaya doyma imkanı varken, tüm bunları bırakıp küçük, izbe ve üstelik şehre çok uzak bir Rum balıkçı köyü olan Ayastefanos’ta niçin kocaman bir köşk yaptırdığını ve oraya taşınmaya karar verdiğini kimse anlayamıyordu. (sf. 12)

Sen yenilginin ayıbıyla yalnızken
Onlar zafer sarhoşluğuyla coşku içinde,
Akmayan trafikte, tıklım tıklım otobüslerde,
Üst üste yığılmış dev beton blokların içinde,
Gri şehirlerinde mutluluk çığlıklarıyla
Birbirlerinin üzerine çıkarak
Kazandıkları zaferi kutlasınlar. (sf.14)

Plazadaki masasında bütün gün pencere bile açamadan gergin gergin çalışmak zorunda olan Nazan Hanım veya AVM’deki mağazada tüm gün sahte gülücüklerle satış yapmak zorunda olan genç tezgahtar Birgül, işe gidecekleri otobüse yetişmek için topuklu ayakkabılarıyla homurdanarak kendilerini sokağa attıkları an, sabah kardeşliği sona ermiş demektir. (sf. 17)

Yalnızlık aşkla ilgili değil, kendini bulmakla ilgili bir süreçtir. Oysa özlem, aşka dair bir çaresizliğin sonucudur. Yalnızlık insana hayatı sorgulatır; sormayı, anlamayı öğretir. (sf. 23)

Hayatı tamamen aşk üzerine yorumlayan insanlar yetiştirmek kalabalıkları kolayca sömürmenin en kolay yoludur. O kalabalıklara sadece kolayca mal satmak için değil, sözden çıkmalarını engellemek için de aşk vazgeçilmez bir silahtır. (sf. 26)

Bir ilişkiye sahip olmak, âşık olmak demek, size dayatılan kurallara uymayı kabul etmeniz anlamına geliyor. Eğer kurallara uymayacak olursanız, sizi ilk uyaran sevgiliniz oluyor. Bir anlamda sistem, sevgilinizi sizin başınıza gardiyan olarak dikiyor. (sf. 29)

… Oysa sistemin elitlerinin keşfedip ilhak ettiği veya edeceği değerli bölgelerin üzerinde başkaları tarafından hak iddia edilmemesi için sıradan bireylerin sıra dışına çıkmadan hizmet etmeye devam etmesi gerekir.
Bunun için de bireye aba altından sopa gösterilir ve sıradan çıkarsa aşkını kaybedeceği tehdidi savrulur. Ancak çok bilinçlenmiş bir zihin, bu tehdidi umursamadan yoluna devam etme cesaretine sahiptir. (sf. 30)

Medyanın sürekli bilinçaltımıza enjekte ettiği “yalnızlık kötüdür, yalnızlık acı vericidir, yalnızlık mahrumiyettir, yalnızlık eksikliktir, yalnızlık ayıplı olmaktır” korkusunu bir kenara bırakıp bilinçlenmeye başlamışsanız, yalnızlığın gerçek anlamına ulaşmaya yaklaşmışsınız demektir.
Garip olansa, bu tanımın sizden bilinçli olarak saklanmasıdır. (sf. 32)

Tarihi, medeniyeti, insanoğlunun bilincini etkilemiş ve mutlaka olumlu yönde gelişmemize büyük katkısı olmuş tüm bu filozof ve edebiyatçının yalnızlığı korkulacak bir öcü olarak değil de, huzur veren veya fayda sağlayan bir dost gibi tasvir etmesi size de garip gelmiyor mu? (sf. 34)

Öyle ki, düşünceleriyle medeniyeti yüzlerce yıl öteye taşımış olan efsanevi filozof Platon’un, yalnızlığın değerini anlamış insanların o bilinç seviyesini algılama şansı olmayan diğer insanlardan kaçması gerektiğini vurgulamış olması da bugün çok az hatırlanan çok şaşırtıcı bir uyarıdır. (sf. 35-36)

 “Toplum seni, olduğun yere zincirleyip kontrol altında tutmak için seni korkutan öcü öyküleri yaratır. …Ama eğer korkularını yenip, zincirlerinden kurtulup çevrene bakmaya başlarsan, gerçekleri görürsün. İnsanları zincir altında tutanlar, onları korkutarak kontrol edebilmek için dev gölgeler oynatmaktadır. Oysa gerçekte canavarlar yoktur…”
Platon sonra ondan mağaranın dışına çıkmasını istedi. “Şimdi hızlıca çık ve orada güneşe uzun uzun bak, bu karanlık mağaranın dışındaki güneş ışığını, uçsuz bucaksız denizleri, ormanları, zengin doğayı uzun uzun seyret, sonra da koşarak mağaraya geri dön.”
Öğrencisi, Platon’un dediklerini aynen yaptı. Mağaradan koşarak çıktı ve dışarıdaki güçlü Ege güneşini, masmavi deniz manzarasını uzun uzun seyretti. Sonra da koşarak karanlık mağaraya geri döndü.

Ancak çocuğun gözleri o aydınlık, güneşli Ege manzaralarından sonra mağaradaki karanlığa alışamadı ve mağaranın içinde önce sendeleyip tökezledi, sonra da sağa sola takılıp düştü.
Platon öğrencisini kolundan tutarak kaldırdı ve tam olarak şunları söyledi:
“Esaret altında yaşadığın karanlık bir dünyadan kaçtın ve mağaradan dışarı çıktın. Arkadaşlarının, ailenin, çevrendekilerin ömür boyu farkında bile olmayacakları aydınlık, uçsuz bucaksız, dev bir dünya keşfettin. Sonra, karanlıkta kalmış zincirli esir dostlarını kurtarmak için geri döndün. Dışarıda aydınlık, sıcak, güneşli, zengin, bereketli bir dünya olduğunu söyleyerek onları da kurtarmak için eski karanlık mağarana geldin ama onca ışığa, aydınlığa alışmış gözlerin, artık karanlıkları görmeyi reddetti ve sendeledin, tökezledin, yürümeyi bile başaramadın, düştün… Bu halini gören mağaradaki dostların ise senin daha yürümeyi bile başaramayan zavallı bir deli olduğunu düşündüler, sana güldüler, acıdılar ve elbette onlara dışarıda bambaşka bir dünya olduğunu anlattığın uyarılarını ciddiye bile almadılar. Zincirlerini kırıp mağaradan kaçtığın için delirip aklını kaçırdığını düşündüler. Senin bu delirmiş, komik, yürümeyi bile başaramayan acıklı halini görünce, mağarada yaşamanın ne kadar doğru bir seçim olduğuna bir kez daha ikna oldular…” (sf. 42-43-44)

Cem Sanci Alinti Kitap
“Bir kez bu manzaranın büyüsüne kapıldıktan sonra geri dönüp o karanlık mağarada yaşamaya katlanabilir misin?”
“Hayır,” dedi öğrencisi.
“O zaman yalnızlığı kabullenmek zorundasın çünkü mağaradaki dostlarının hiçbiri seninle bu güzel denizlerde yelken açmaya gelmeyecek. Geri dönüp onlarla yeniden yaşaman da mümkün olmayacak. Bir kez bu ışığı gördükten sonra ve artık ıssız bucaksız, engin denizlerin varlığına şahit olduktan sonra artık dünyada yalnız başına kalacaksın. Mahkûm oldukları karanlıklardan kaçan ve aydınlıkları arayan insanların ödemesi gereken bedel, yalnızlıktır. Bu bedeli ödemeye hazırsan, aileni, arkadaşlarını, yaşadığın şehri bırakıp dünyayı keşfetmeye gidebilirsin.”
Platon’un o gün, Ege’nin engin mavisine bakan bir tepenin üzerinde, Atina’dan ayrılarak gemilerde çalışma cesareti verdiği çocuğun adı Pytheas idi.
Pytheas, Platon’un ölümünden sonra Yunanistan’ın en büyük kâşifi oldu. (sf. 45)

Ancak şunu unutmayın ki, yalnızlığın ne kadar değerli bir ödül olduğunu ve yalnızlık felsefesi sayesinde sahip olacağınız yüksek bilinç ve algı düzeyiyle farkına varacağınız zengin dünyaları çevrenizdekilere anlatmaya kalkıştığınızda, mağaralarda zincirlerine bağlı olarak yaşayan o insanların alay ve küçümsemeleriyle karşılaşacaksanız.
İşte bu yüzdendir ki çoğu yalnızı, münzevi yaşamlarının huzurunda, kimseye dert anlatma endişesi ve sıkıntısı duymadan sakin ve huzur içinde bir hayat sürerken görebilirsiniz. (sf. 47)

Toplumun, çevremizdekilerin, medyanın bilinçaltımıza enjekte etmeye çalıştığı “yalnızlık” imgesinde anlatıldığı gibi yalnız insanlar mağaralarının içine çekilip dünyanın güzelliklerinden kendilerini soyutlayarak yaşayan zavallılar değildir; aksine toplumun bizzat kendisi karanlık bir mağarada zincirlenmiş şekilde yaşayarak dışarıdaki güzelliklere gözlerini kapamış ve hastalıklıdır. Platon’un bize öğrettiği bu kadim bilgi aklınızdan bir an bile çıkmasın. (sf. 48)

Kandırılarak koyunlaştırılması en zor insanlar yalnızlar olsa da onları da yollarından çevirmek için toplumun etkili bir silahı var ve bu silahın adına aşk diyoruz.
Aşk için kabul edilen kurallar, insanları yalnızlığı reddetmeye zorlar.
Eğer aşıksanız, sevgilinizin arkadaşlarından onay almak zorunda olursunuz.
Eğer aşıksanız, sevgilinizin ailesinden onay almak zorunda kalırsınız.
Eğer aşıksanız, sevgilinize toplumda değer gören bir birey olduğunuzu göstermek zorunda kalırsınız.
Bu gerçekleri yerine getirmezseniz, iyi bir aşık değilsiniz demektir ve aşkı hak etmediğiniz yargısına varılır. (sf. 54)

İşte burada bir kez daha tekrar etmek gerekiyor, sevgiliniz, yoldan çıkmamanız için başınıza dikilmiş bir gardiyandır ve ne zaman yalnız kalıp kendinizi dinlemeye, kendi yolunuzda ilerlemeye karar verecek olsanız, sizi kurallara ve dayatmalara zincirleyip sürüden ayrılmamanızı sağlayan yine sevgilinizden başkası olmayacaktır. (sf. 57)

…İşte yalnızlığın daima korkunç bir öcü olarak karşımıza çıkarılmasının bir önemli nedeni de budur. Toplumun liderleri, politikacılar, sistem lordları, hiçbir zaman sıradan insanların yalnızlığı arzulamasını istemezler. Yine hatırlamamız lazım ki, dünyanın en tepesinde oturanlar, en zenginler, güçlü politikacılar, krallar, imparatorlar, başkanlar, herkesten uzak, halktan izole, lüks yatlarda, lüks malikânelerde, kalabalığın yorucu varlığı olmaksızın, yalnızlık lüksünü tadarak yaşarlar ama televizyonlardan, gazetelerden, medyanın her yanından da yalnızlığı küçümseyen ve itibarsızlaştıran yayınlar yaptırmaktan da geri durmazlar. (sf. 66)

Oysa unutmak, hayattan aldığımız pahalı dersleri çöpe atmaktır. (sf. 67)

Topluma karşı olan görevlerimizi yapıp yapmamak başka bir şeydir, ihtiyacımız olan huzura kavuşma arzumuza saygı gösterilmemesi ve tüm varlığımızın sömürülmeye çalışılması bambaşka bir şeydir. Bu ikisinin farkına çok dikkat etmeliyiz. (sf. 69)

… Bu yüzdendir ki, münzevi insanlar “moda” olduğu için peşinde koşulan nesnelerin önündeki kuyruklarda görülmezler. Bu da ekonomistleri korkutur. (sf. 69)

…gerçek bir yalnız, bir münzevi, kendini dinlemeyi ve anlamayı başarmış bir insan olduğu gibi, kazandığı bu yetenek sayesinde, çevresindeki insanları da dinlemeye ve anlamaya başlamıştır. Dolayısıyla, yalnızlığın tadına varmış biri, beraber olduğu insana da mutluluk verecek bir bireye dönüşecektir. Çünkü onu dinlemeyi öğrenmiştir.
Karşısındaki insanın da aynı duyarlılığa sahip olması halinde, ilişkinin kalıcı bir mutlulukla taçlanması kaçınılmazdır. İşte, medyada bize anlatılmayan mutlu aşk formülünün tarifi, bu kadar basit.
Çiftlerin birbirlerine yüzükler, çiçekler alması, ritüellere uyması, medyada gördüğü aşk kalıplarının içine girmeye çalışması, ancak başarıyla yürütülen bir tiyatro oyunu yaratır. (sf. 85)

Yalnızlık felsefesi, insanın kendini ve çevresini dinlemesini, algılarını sonuna kadar açmasını ve çevresinde olan bitenin farkında olmasını söyler. Yani dünyaya kapalı, kendi içine dönük, kimseyi dinlemeyen, anlamak için çaba sarf etmeyen bir bireyin, yalnızlığı keşfetmiş olduğunu söyleyemeyiz.
Oysa, “yalnız olmadıkları” için kendilerini mutlu sayan, kitabın başında da bahsini ettiğimiz “şehir düşmanlığı” gibi tuzakların pençesine düşüp ömür boyu debelenen insanlar asıl içine kapanık, kimseyi dinlemek, anlamak için çaba sarf etmeyen, empatiden yoksun mutsuz bir ömür süren bireylerdir ve bu bireylerle aşk duygusunu paylaşmak son derece zordur. (sf. 99)

Yalnız insanlar, bizim onayımıza ihtiyaç duymadan da mutlu olabilirler ve bu gerçek kalabalıkları korkutur. Çünkü mutlu olmak için bizim onayımıza ihtiyacı olmayan bu insanları artık kontrolümüz altında tutamayız. Kendi hayatlarının kontrolünü kendi ellerine almış bu insanlara nasıl düşüneceklerini, nasıl davranmaları gerektiğini, ne yapmaları ve ne yapmamaları gerektiğini dikte edemeyiz. Dolayısıyla, artık karşımızda toplumu çok korkutan bir karakter vardır: Özgür birey. (sf. 107)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder