Gelgelelim bu imkânsızlık, ne varoluşsal bir imkânsızlık ne de aşkın zaten mümkün olmadığı yollu bir ‘felsefenin’ öyküye yansıması. Henry James Daisy Miller’da iki insan arasındaki ilişkinin son tahlilde sınıfsal bir ilişki, daha doğrusu sınıf engellerine çarpabilecek bir ilişki olduğunu söylüyor; tabii iki cins iki ayrı sınıfa mensupsa.
Henry James’in öyküsü 19. yy. ikinci yarısındaki Amerikan
toplumu ile Batı-Güney Avrupa toplumları arasındaki zıtlıkların cenderesinde
sıkışmışlığın öyküsü olarak da anlaşılabilir. Tarihte bir toplumun bir dönüşüm
rüzgârına kapıldığı, yerleşik yapıların, değer ve anlayışların altüst olduğu ya
da sosyal yapıda ağırlıkların kaydığı dönemler vardır. Özellikle Geç-Victorian
dönemin sonuna doğru, yeni zengin orta sınıf sosyal alanda yükselip o zamana
kadar soylu, aristokrat zümreye ayrılmış sosyal alanın içinde boy göstermeye
başlar. Bir tür tehdit, istila gibi algılandığına hiç kuşku yok bu hareketin.
Amerika’da doğup Fransa ve İngiltere’de yaşamış olan Henry
James’in ülkesinden bir benzetmeyi kullanmak istersek, yerlilerin
saldırılarında konvoyun arabalarını çember yapan Vahşi Batı yolcuları gibi,
soylu, aristokrat zümre bu alttan gelen dalgaya kendini sımsıkı kapamıştır,
demek mümkün. (Önsöz, Sf 9)
Ama Bayan Walker Amerikan üst sınıfının Batı Avrupa’ya ve
yeniyetme sınıfa tepeden bakan gözüdür ve bu
göz Henry James’in bakışını temsil etmeyen, dahası ayrımcı ve ‘aşkı’
imkânsızlaştıran içine kapanma refleksinin gözüdür. (Daisy’de alt sınıfa
yakın olmalıydı; yoksa kendisinden büyük olasılıkla daha alt sınıftan olan bu
adamla; İtalyan âşık Giovanelli ile tanışır mıydı?) Winterbourne’un, sürekli
baş ağrısından muzdarip teyzesi Castello, bu tecrit etme ve kapanmanın bir
başka temsilcisidir. Winterbourne ‘Papatya Kızı’, teyzesi ile bir türlü
tanıştıramaz. ‘Çember olmuş konvoyun en dirençli arabasıdır o’ ve sürekli baş
ağrısı, hastalıklı, ömrünü doldurmak üzere olan bir sınıfa işaret eden güçlü
bir metafor olarak anlaşılabilir. (Önsöz, sf. 10)
Daisy Miller bu tablolar öyküsünde bir tür arabulucu mudur?
Avrupa’nın ve Amerika’nın şematik düşünce ve önyargılarla istila edilmiş
zihninde ‘Latin Âşık’ hep ya İtalya’da, ya da Güney’de, Latin Amerika’dan bir
yerlerde yaşar. Amerikalı’nın, Kuzey, Orta Avrupalı’nın tahayyülündeki kendi
erotik parçasıdır Latin Âşık; onun olamadığını düşündüğü şey. Henry James,
Daisy Miller ile İtalyan Giovanelli arasındaki biraz stilize edilmiş ilişkiyi
öne çıkartırken, bu içine kapanmış, köhne sınıfa dudak bükerek bakmakla
kalmayıp, o bilinçaltı ya da bilinçdışı bir yerde yarattığı, işi gücü aşk olan
“ötekinin de” bir kurgu olduğunu mu söylüyor? O manzaralar içinde bir renk. Bu
durumda ‘Papatya Kız’ ölüler, manzaralar dünyası ile hayaller dünyasını
birleştiren suskun bir çiçek mi? (Önsöz, sf. 11)
Elbette biz de asil
kişileriz, ben ve annem. Herkesle konuşmayız – ya da onlar bizimle konuşmaz.
Sanırım ikisi de aynı kapıya çıkıyor. (sf. 36)
Genç kızın yüksek sesle konuşabileceği, gülebileceği, hatta
vapurda gezinmek isteyebileceğinden endişelenmişti. Fakat genç kız hiç yerinden
kalkmadan birçok konuda kişisel düşüncelerini anlatırken Winterbourne
endişelerini unutuvermiş, gözlerini genç kızın yüzüne kilitlemiş, gülümseyerek
oturmuş onu dinliyordu. Bu genç adamın şimdiye kadar duyduğu en tatlı, hoş
gevezelikti. Genç kızın “basit” biri olduğu fikrini kabul etmişti; fakat
gerçekten düşündüğü gibi basit ve sıradan biri miydi yoksa sadece giderek güzel
kızın sıradanlığına mı alışıyordu? Sohbeti büyük ölçüde felsefecilerin nesnel
bakış olarak adlandırdığı havadan sudan konulardan oluşsa da, arada sırada daha
kişisel bir hal alıyordu. (sf. 46)
…- talepkârlık konusunda en ön sıralarda yer aldıklarını,
minnettarlık konusundaysa çok gerilerde kaldıklarını söylediğini hatırladı. (sf.
56)
Daisy sinirli bir kahkaha atarak, “Hiç bu kadar acımasız bir
şey duymadım. Eğer bu davranışım uygunsuzsa Bayan Walker,”diye devam etti, “o
zaman ben de baştan aşağı uygunsuz biriyim ve bu nedenle de benden ümidi
kesmelisiniz. Hoşça kalın, size iyi gezintiler dilerim!” Ve zafer kazanmış bir
havayla veda eden Bay Giovanelli ile birlikte arkasını döndü. (sf. 66)
Winterbourne ilk başta biraz da şaşkınlıkla Daisy’nin
Giovanelli ile yalnız olduğu durumlarda kendisinin gelişinden hiçbir şekilde
utanmadığı veya sıkılmadığını fark etti. Fakat artık Daisy’nin kendisini
şaşırtmayacağını hissetmeye başlamıştı; Giovanelli ile baş başalıklarının
bölünmesinden rahatsız olmuşa benzemiyordu; Daisy her iki beyefendi ile de,
sanki tek bir kişiyle konuşuyormuş gibi neşeli ve rahattı. Konuşmasında her
zamanki gibi küstahlık ve çocuksuluğun o tuhaf karışımı vardı. Winterbourne
kendi kendine, Daisy’nin, Bay Giovanelli ile gerçekten ilgileniyorsa,
konuşmalarının mahremiyetini korumak için özel bir çaba göstermeyişinin tuhaf
olduğunu düşündü. Zaten ondan hoşlanmasının nedeni, daha çok, bu çocuksu
sayılabilecek kayıtsızlığı ve bitmek tükenmek bilmeyen şakacılığıydı. (sf. 77)
Daha sonraları Winterbourne, Daisy’yi kaldığı otelde bir
kere bile bulamadı. Ayrıca genç kıza ortak arkadaşlarının evlerinde rastlamak
gibi bir şansı da olmadı, çünkü -daha önce de sezdiği gibi- etraftaki aşırı
şüpheci insanlar genç kızın çok ileri gittiğine karar vermişlerdi. Daisy’i
davetlere çağırmaya son verdiler. Tutucu Avrupalılara, Daisy Miller’in genç bir
Amerikalı olmasına rağmen, genç bir bayana uygun davranışlar sergilemediği ve
buradaki Amerikalılar tarafından bile kendisine anormal gözüyle bakıldığı
gerçeğini açıklamak istediklerini imalı bir biçimde belirtiyorlardı. Winterbourne, kendisine karşı soğuk davranan
ve onu bilinçli bir şekilde dışlayan bu insanlar karşısında Daisy’nin neler
hissettiğini merak ediyor ve bazen Daisy’nin bu durumla ilgili hiçbir şeyin
farkında olmadığından şüphelenerek kızıyordu. Kendi kendine, Daisy’nin dışlanma
konusunda düşünebilmek ya da bunun farkına varabilmek için hafif ve çocuksu,
çok cahil ve mantıksız, fazlasıyla dar görüşlü olduğunu söylüyordu. Bazen de o
zarif ve sorumsuz bedeninde, yarattığı etkinin farkında olan, söz dinlemez ve
tutkulu bir kişilik taşıdığına inanıyordu. Winterbourne kendi kendine, Daisy’nin
bu küstahlığının masumluğundan mı yoksa oldukça görgüsüz bir sınıfa mensup genç
bir insan olmasından mı kaynaklandığını soruyordu. Daisy’nin masum olduğu
düşüncesine sadık kalmak genç adama göre giderek fazlasıyla gereksiz bir
kibarlık oluyordu. Az önce de söz etme fırsatım olduğu gibi, Winterbourne’un
Daisy söz konusu olduğunda mantığını kullanamaz hale geldiğini fark etmesi,
kendi kendine kızmasına sebep oluyor; Daisy’nin tuhaf davranışlarının ne
kadarının aileden ya da milliyetinden ileri geldiği, ne kadarının kişisel
olduğunu kesinleştirmek için dayanılmaz bir istek duyuyor oluşuna epeyce canı
sıkılıyordu. (sf. 82-83)
“Geçen gün Daisy sizden bahsetti.” Dedi Bayan Miller,
Winterbourne’a. “Çoğu zaman ne dediğinin farkında olmuyor, ama o sırada
farkındaydı bana kalırsa. Bana size bir mesaj iletmemi, o yakışıklı İtalyan’la
asla nişanlanmadığını söylememi istedi.
…Her neyse, Daisy nişanlanmadığını söyledi. Bunu bilmenizi
neden istediğini bilmiyorum, ama bunu size iletmemi istediğini üç defa
tekrarladı. Sonra size İsviçre’de birlikte o şatoyu ziyaret ettiğiniz zamanı
hatırlayıp hatırlamadığınızı sormamı istedi. (sf. 91)
O zaman bir türlü anlayamadığım bir mesaj gönderdi bana. Ama
şimdi anlıyorum. Daisy’nin birinin yakınlığına, onu takdir etmesine ihtiyacı
vardı,” dedi Winterbourne.
“Daisy’nin birinin yakınlığına karşılık göstereceğini
söylemenin daha kabul edilebilir bir ifadesi mi bu?” diye sordu Bayan Costello.
(sf. 93)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder